CB Erdoğan’ın Afrin’e girme yönündeki açıklamaları son aşamaya geldi. Dün Genel Kurmay başkanı Akar ile MİT başkanı Hakan Fidan apar topar Rusya’ya gittiler. Yapılan görüşmelerden hangi sonuç alındı bilemiyoruz ama Suriye toprağında artık farklı egemenlik alanları var. Muhtemel bir müdahaleden önce bu odakların tek tek ikna edilmesi gerekiyor.
Kişisel inancım sadece Afrin’e girilmesi değil, PKK/PYD’nin diğer kantonlardan da süpürülmesidir. Fırat’ın doğusu batısı gibi bir ayırım aldatmacadır. Batı’da olan neyse doğuda olan da odur. PKK’nın Fırat’ın doğusunda olması ile batısında olması arasında bir fark göremiyorum. Sanki doğuya dokunma batıya girerek zevahiri kurtar şeklinde bir ön açma var. Oysa Afrin’in temizlenmesi ile sorun bitmiyor,sadece küçük bir bölümü temizlenmiş oluyor.
Türkiye’yi beka sorunu ile karşı karşıya bırakan bu noktaya durup dururken gelinmedi. Yanlış Suriye politikası ciddi bir tehdit olarak geri döndü. Hala tehdidin farkında olunduğu kanaatinde değilim. Afrin Suriye toprağı. Dolayısıyla dışarıdan yapılan her müdahale uluslararası toplum tarafından eleştirilecektir. Ama Esat’ın bölgeye müdahalesine kimse bir şey diyemez. Çünkü, uluslararası hukuk açısından kendi toprağı üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahiptir. Yani dönüp dolaşıp Esat gitsin’e endeksli siyasetin yanlışlığına geliyoruz.
Esat gitsin politikası dün de yanlıştı,bugün de yanlış. Dün Esat gidince merkezi otoritenin zaafa uğratılmasından doğacak boşluğu PKK/PYD’nin dolduracağı belliydi. Çünkü Suriye’de PYD’den başka örgütlü güç yoktu. Yani, esasen ESAT gitsin demek PKK/PYD gelsin demekti. Bunu bile anlayamadılar. Bugün de kendi toprağını kurtarma hakkı önce Suriye halkına ve onun yönetimine aittir. Esat’la iş birliği yapılabilse bu kadar radikal bir siyaset izlenmese belki ABD ve Rusya Ortadoğu’ya bu kadar sokulma fırsatını yakalayamayacaklardı.
Yanlış olan sadece Suriye politikası değil,Irak ve Barzani ile ilişkilerde de aynı vahim hatalar yapıldı. Birkaç aileye Kerkük petrollerinden çıkar sağlamak için Irak hükümeti atlanarak Barzani ile antlaşmalar imzalandı. Dahası sn. Cumhurbaşkanı’nın ifadesine göre Kuzey ırak Bölgesel Yönetimine 2 milyar dolar borç verildi. Yine başbakan Binali Yıldırım’ın beyanına göre peşmergeler bizzat Türk subayları tarafından eğitildi. Devletleşmek,bağımsız olmak isteyen bir yönetime 2 milyar dolar verip sonra da bağımsızlık referandumuna karşıyız demek ne kadar inandırıcı? Daha kötüsü peşmergelerin subaylarımız tarafından eğitilmesidir. Özerk yönetimlerin ordusu olmaz. İspanya’nın Katalonya bölgesi bağımsızlık referandumu yaptı, İspanyol ordusu müdahale etti. Katalonya’nın askeri olmadığı için direnemedi. Çünkü ordusu yoktu. Bağımsız devletlerin veya bağımsız olmak isteyen toplulukların ordusu olur. Bir bölgesel yönetim ordu yetiştiriyorsa bağımsız olmak istediği anlamına gelir. Siz de gider o orduyu eğitirseniz bu bağımsızlığa destek olmuş olursunuz. Sonra da karşıyız,marşıyız laflarına kimse inanmaz.
Bu hatalardan dönülür mü, inşallah dönülür. Bu politika ile Türk milletinin menfaatleri korunamaz. Sadece askeri güç bir milletin varlığını muhafaza etmeye yetmez. Toplum yapısının da ona göre tanzim edilmesi gerekir. Günümüz dünyasının bütünleşme yolu toplulukları millet haline getirmek yani uluslaştırmaktır. Millet olamayanların dağılması kaçınılmazdır. Suriye,Irak ve Libya millet olamadıkları için dağıldılar. Şimdi Türkiye’de de –milletleşme süreci- Siyasal İslamcılık ve Osmanlıcılık adı altında yok ediliyor. Ümmet kisvesi ile millet düşmanlığı yapılıyor. Ümmet sosyolojik bir birim değildir,etnik,kültürel,coğrafi farkların oluşturduğu çoğulculuğu ortadan kaldırmaz. Dindaşlar arasında yardımlaşmayı sağlar ama milli renk ve motifleri yok etmez. Osmanlı parçalanırken aynı ümmetten olanlar da-biz farklıyız diyerek- yollarını ayırmışlardı. Hatadan dönmek için önce bizi felaketin kıyısına getiren bu algı bozukluklarının giderilmesi gerekir. Yoksa; var olan tehdit, büyümeye devam eder.