Fanatizm, en basit tabirle öfkeli bağnazlık, farklı düşünceleri ret, mübalağalı- hastalıklı bağlılık ve kendi doğrularından başka doğru kabul etmemektir.
Bir inanç durumu değil, daha çok bir kişilik biçimidir. Her dinden, her ideolojiden fanatikler çıkabilir.
Ancak bilinçli olarak fanatizm, kişisel özelliklerle değil, kişilerin inançları ve mensubiyetleri ile ilişkilendirilir. En çok da İslam’la.
Din adına konuşmak veya hareket etmek, her zaman dinle bağdaşmak anlamına gelmiyor. Din adına dinin ölçülerine zarar veren ve onun çerçevesine sığmayan o kadar şey yapılıyor ki, bir noktadan sonra, dine hizmet ettiğini sananlar tutum ve davranışları ile dine zarar vermeyi hedefleyenlerle aynı noktada buluşabiliyor.
Dinimizin ölçüleri bellidir. Lakin onu yorumlayan, anlamaya ve anladığı biçimde uygulamaya çalışan biziz. Herkesin dini, dinden ne anladığıdır aslında. İşte fanatizm bu noktada ortaya çıkıyor. Dini anlarken, kişisel özelliklerimiz, beklentilerimiz, kültürel yapımız devreye giriyor, karakterimiz din anlayışımıza yansıyor. Karakterimiz, aynı zamanda din algımızın karakteri oluyor.
Elbette din idrakimizi sadece karakter özelliklerimiz tayin etmiyor. Dini anlarken kişilik özelliklerimiz kadar çevresel faktörler de etkili olur. İşgal altındaki bir ülkenin din anlayışı ile hür bir ülkenin insanlarının din anlayışları bir olmaz. Ezilen bir halkın İslam’ı ile adil bir yönetimde yaşayan insanların İslam’ı da bir olmaz. Gadre uğrayan bir halk, adalet kavramını öne çıkarken, diğerinde hoş görü öne çıkar. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Çağın ruhu, çevresel faktörler, kişilik özellikleri, sosyolojik durum din anlayışımızı ve tutumlarımızı belirler.
Bu, bazı ideolojilerin, –fanatizmin döl yatağı olmadıkları,-farklılıkları düşmanlık sebebi saymadıkları anlamına gelmez. Kan, şiddet ve sürekli savaş(devrim) çağrısı yapan ideolojiler vardır ve bunlar en hoşgörülü tabiatları bile birer ölüm makinesine çevirebilirler.
Dini fanatizm, en çok dinin dar ve yasakçı yorumlanmasında ortaya çıkar. Din fanatiği, Müslüman'da küfrü, doğruda yanlışı, iyi de kötüyü arar. Son derece hoşgörüsüzdür. Çevresindeki Müslümanlar arasında potansiyel kafirler görür. İdrak edemediği her şeye haram gözüyle bakar. Din onun için haram ve yasaklardan ibarettir. En büyük vasfı karşı olmaktır, herkese ve her şeye. Eşya ve olaylara bakışı teferruatçıdır. Bir karıncanın öldürülmesini büyük günah, ama farklı düşünen bir Müslüman'ın öldürülmesini büyük sevap sayar. "Din terakkiye manidir" sözü bu din anlayışının engellemelerine duyulan tepkiden doğmuştur. Gerçekte terakkiye mâni olan din değil, dinde fanatikleşmedir.
Bazen -din veya ideolojik anlayışlarına bağlı olarak- toplumlar da orta yoldan çıkıp fanatikleşebilirler. Hariciler bunun en çarpıcı örneklerinden biridir.
Fanatik, dini, kendi yorumundan ibaret gördüğü için ötekileri din dışı sayar. Dindarlığı, bir nevi hayatla ve makul olanla kavgadır. Algılayamadığı veya anlayamadığı her şey haram hükmündedir. Fanatizmin hayatı nasıl zindana çevirdiğinin tarihte birçok örneği vardır. Bunlardan belki de en çarpıcı olanlarından biri; Mısır'da Fatımi Halifesi Hakim bi-Emrillah'ın bir uygulamasıdır. Hakim bi Emrillah bir gün, kadınların sokağa çıkmasını yasaklar, kadın ayakkabısı yapacak kunduracıları idam edeceğini duyurur. Tam yedi yıl ölüm korkusuyla Kahire'de kadınlar evlerinin kapısının önüne bile çıkamazlar. Ahlakla yasak arasında kurulan bu ilişki kadınların hayatını zindana çevirir. Oysa ne Hz. Peygamber, ne de onun raşit halifeleri döneminde böyle bir uygulama asla olmamış, kadınlar erkekler gibi mescide gidip gelmiş, Hz. Peygamber'e sorular yöneltebilmişlerdir.
Dini fanatizm, din adına dine zarar veren, dinin bir hali değil, tamamen insanın bir halidir. Doğru olan, itidal ve orta yoldur. Çünkü yüce kitabımızın ifadesiyle;(Bakara 143) "İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi aşırılıklardan uzak(Vasat) bir ümmet yaptık..." Vasat; ifrat ve tefritten uzak, her işinde denge halidir demektir. Diyanet, (Kuran Yolu) Bizden istenen de budur, yakıp yıkmak değil, yapıp onarmak, birden çok doğru olabileceğini kabullenmektir. Çünkü imanda teklik, fikir, yorum ve anlayışta çokluk esastır.