Millet ittifakının mutabakat metninde YÖK'ün kaldırılmasıyla ilgili iddialı vaatleri geçmişte kaleme aldığım bu yazıyı sizlerle tekrar paylaşma gerekliliğini oluşturdu.
Geçmişte muhalif her kesim gibi özellikle siyasal İslamcılar basın özgürlüğü ve üniversitelerin bağımsızlığı konusunda sisteme çok ağır eleştirilerde bulunurdu. Basın deyince havuz medyasının hali hazırdaki içler acısı durumunu tartışmaya bile gerek yok.. YÖK'ün 12 Eylülün bir ürünü olarak üniversiteler üzerinde vesayet kurumu olduğunu, ülkenin ilerlemesinin ve özgür bilimin önündeki en büyük engel olduğunu sıkça işitirdik bu çevrelerden.
Yaşadığımız günleri göz önünde bulundurduğumda meğer ne güzel ve özgür zamanlarmış diye düşünüyorum. Rektör seçimleri için akademisyenlerin katılımıyla seçimler yapılır, her zaman birinci aday olmasa bile, düşük oy alan aday utana sıkıla rektör olurdu. Öğretim üyeleri kendilerini ilgilendiren konularda takır, takır her platformda özgürce konuşabilirdi. Birkaç ay önce kamuoyunda çokça tartışıldı.Üniversitelere atanan 68 rektörün hiç bir yurt dışı yayını ve 71 rektörün yaptığı yayınına hiç atıf yokmuş. Akademik hayatta isimleri yok yani. Değil profesör öğretim üyesi bile olması tartışmalı.
Şöyle söyleyeyim tüccar ama dükkânın yerini bilen, tabelasını gören yok....
Arı ama bal yapamıyor...
Forvet oyuncusu ama henüz hiç gol atamamış ve siz bunları takım kaptanı yapmışsınız...
Daha fazla uzatmayayım. Kendisi yayın yapamasa bile tez hocası olarak ya da bölümdeki asistanların çalışmalarına yön vererek bir şekilde yayınlara katkıda bulunabilirlerdi. Yani ne çalışmışlar ne de çalıştırmışlar. Bilim camiasında ne isimlerini duyan var, ne de ciddiye alan. Eski sistemde böyle bir CV si olan akademisyen rektörlük için aday olmayı aklından bile geçiremezdi. İşte bu isimler seçimle değil atama yoluyla üniversitelerin en başına geçirilmiş.
Lafa gelince gururla anlatıyoruz.. Bilmem kaç yüz üniversite açmışız... Sonra da devlet her üniversite mezununa iş bulmak zorunda değil diyoruz. Keşke bu kadar üniversite açacağımıza liselere çeki düzen verseydik. Dikkati çeken bir hususta atanmış rektörler arasında ilahiyat kökenlilerin baskın olması.Bu nedenlerini ve sonuçlarını okuyucularıma havale ediyorum.
Akademik merakımdan dolayı üniversite öğrencileriyle gördükleri eğitim, hayat ve mesleki beklentileri hakkında sohbet etmeyi çok seviyorum. Tanıştığım bir üniversiteli sosyoloji son sınıf öğrencisi olduğunu söyleyince gözlerim parladı. Son zamanlarda sosyoloji ve toplumsal psikoloji üzerine okumalar yapmıştım. Sosyolojinin baba isimlerini bir de onun ağzından dinleyeyim dedim. Sormaz olaydım... Tomas Hobbes biliyorsun değil mi? Yok hiç duymadım. Ya John Locke? Bilmiyorum daha görmedik... Jean-Jacques Rousseau? Adam Smith? Tık yok. Bu isimleri sizler bilemeyebilirsiniz ama neredeyse sosyoloji diploması alacak birinin bu isimleri duymamış olması inanılacak gibi değil. Bu şahıslar sosyoloji biliminin kurucuları, günümüz modern ekonomi ve siyaset yapısının fikir babaları. Üniversitelerin durumu içler acısı, bilim ve teknoloji değil, işsiz diplomalılar üretiyoruz. Gerçek manada üniversiteler toplumların gelişiminin itici motoru ve bilim yuvası olması gerekirken siyasetin etkisiyle liyakatsiz insanlar en yüksek makamları işgal etti. Liyakate en ihtiyaç duyulan kurumda durum böyleyse gerisini siz düşünün. Maalesef ülkenin en donanımlı ve bilgili insanları bile artık kurumlarının yönetiminde söz hakkına sahip değiller. İşte bu yüzden millet ittifakının YÖK hakkında böyle radikal bir öneride bulunmasını çok olumlu buluyorum.Bu öneri tek bir partiden gelseydi iktidara geldikleri ve gücü ele geçirdikleri anda eski hamam eski tas sisteme devam ederler derdim. Lakin bu sefer altı benzemez çok haklı bir konuda birleşti.
Bir de askeri hastanelerin ve GATA'nın tekrar açılması hususu var. Bade harabul Basra....
Keşke YÖK yok olsa ve her üniversite eğitim ve bilim yarışında öne geçmek için en seçkin isimleri kendine özgürce rektör seçebilse.