Tuhaf bir başlık olduğunun farkındayım ama Hindistan cevizinin bu kadar çok amaçlı kullanılabilen bir meyve olduğunu öğrendikten sonra, tuhaf olmadığını öğrendim. Hatta bir bölgenin ekonomisinin, sadece bir ürünle ne denli güçlendirilebileceğini de gösterebileceğimiz ve ders olarak okutulması gereken çok önemli bir örnek olduğunu düşünüyorum.

Bu hafta, yaklaşık 40 milyon nüfusu olan Hindistan’ın Kerala Eyaletinin Ticaret Bakanlığı ve FICCI isimli kurumun davetlisi olarak, şirin bir sahil kenti olan Alappuzha’ya gittim. Coir 2019 isimli fuardaydım ve 65 katılımcının stantlarını ziyaret ettim. Her üreticiyle birer-birer görüşme yapma fırsatım oldu ve uzun zamandır ilk kez “keşke bitmese” dediğim dolu-dolu bir fuar keyfi yaşadım. Meğer, tatlıların üzerine toz olarak serptiğimiz o Hindistan cevizi, ne kadar da maharetliymiş ve bir ülkenin ekonomisini nasıl da değiştirebiliyormuş; yerinde görmüş oldum.

Hindistan cevizi, Hindistan’a Allah’ın bir lütfu diyebiliriz. Dalından düşüyor, dışındaki kabuğu alınıyor, içindeki meyvesinin suyu içiliyor, beyaz kısmı yeniyor. Kabuklu meyve kısmının geri kalanı hediyelik eşya yapılıyor. İlk başta alınan dış kabuğu lif haline getiriliyor ve halat yapılıyor, erozyon ile mücadelede kullanılan dekoratif file yapılıyor. Dekoratif saksılar yapılıyor, su ile temas ettiği zaman genişleyen ve kocaman bir toprak yığını haline gelen, tuğlaya benzer bir cisim haline getiriliyor. Paspas, kilim, halı ve en enteresanı olan yatak bile yapılabiliyor. Bunlar yapılırken; bütün eyalet halkı bu üretime dahil oluyor ve kendi kendine yeten, hatta ülke ekonomisine de büyük bir katkı sağlayan bir eyalet oluyor Kerala. Neyin sayesinde? O; “üstüne Hindistan cevizi” döktünüz mü dediğimiz ve başka bir işe yarayıp yaramadığını bilmediğimiz bir meyve sayesinde. Hatta bu konuda o kadar çok başarılı olmuşlar ki; çevre eyaletlere de ışık tutmuşlar ve komşu eyalet de aynı şeyleri, şeker kamışından yapmaya başlamış. İşte uzakdoğu insanının tipik özelliği bu. Ellerindeki değerlerle ilgili farkındalıkları yüksek ve bu farkındalığı, çılgın bir ekonomik patlamaya dönüştürebiliyorlar.

Alappuzha seyahatimde, dikkatimi çeken birçok olayla karşılaştım. Şehir merkezi var ama evler Hindistan cevizi ağaçlarının içinde gizli kalmış, birçoğu da nehir ve göl kıyısına sıralanmış. Kesinlikle doğaya zarar vermemeye gayret ediyorlar. Nehir ve göl kenarında duraklar var. Devlete ait botlar ring hizmeti veriyorlar. Belediye otobüsü mantığını nehirde uyguluyorlar ve orman içindeki evlere karadan ulaşmak için daracık yollar var. Amaç sadece; karadan da ulaşılabilecek bir yol olsun. Hastaneler, okullar ve birçok önemli merkez nehir kenarında da bulunuyor. Ambulans botlar, okul tekneleri de var. Şehrin önemli bir başka gelir kaynağı ‘House Boat(Gemi Ev)’ ticareti. Yüzlerce ‘House Boat’ görebilirsiniz Alappuzha’da. İçki satışı olmayan resortlar var. Detoks için geliyor insanlar Kerala’ya. Yönetimi komünist bir partide Kerala’nın. Her yerde Che’nin posterleri var. Kendimi bir ara Nikaragua’da zannettim o posterler nedeniyle ama inanın bir kez daha takdir ettim. Eğer onbinlerce kilometre ötede, ölümünden yıllar sonra bile sevilip, yolunuzdan giden insanlar oluyorsa, o insan takdir edilir diye düşündüm posterini görünce. Aklınıza gelebilecek her şeyi, nasıl geri dönüşümde kullanabiliriz diye düşünüyorlar. Mesela; plastik bardak üretimi, Hindistan genelinde yasaklandı. Kağıt bardağa dönüş yaptılar. Otellerdeki bazı süslemeler bile kağıttan. Geleceğe sahip çıkıyor artık Hindistan halkı ve geçmişinden bugüne kadar; çok fazla değişiklik olmadan, topraklarını koruyabilen nadir insanlar olarak, insanlık tarihine geçmeliler bence.

Sonuç olarak; üç tarafı denizlerle çevrili, onlarca gölü olan, onlarca nehri, çayı, deresi olan bir ülkede yaşıyoruz ve defalarca yazmamıza, söylememize rağmen, su ulaşımına önem vermekten, nedense imtina ediyoruz. Hele-hele, İstanbul gibi trafik çilesi ile savaşan bir şehirde, defalarca anlatmamıza rağmen, İstanbul’a gözü bir deniz aracı yapıp, sahil boyunca ring hattı kuramıyoruz. Yol yapıyoruz, doğayı mahvediyoruz. Koca gölün etrafını yol ile dolaşarak geçiyoruz. İnsanlar, nasıl yeni tarım alanları açabiliriz diye planlar yapmanın derdine düşmüşken, bizler ise nasıl tarım alanlarımızı, zeytinliklerimizi yok ederiz ve yerlerine koca-koca binalar yaparız, villalar yaparız diye planlar kuruyoruz. Paranın yenemeyecek bir şey olduğunu anlayabilmemiz için, illa ki filmin sonunu mu görmemiz gerekiyor? Şu an elimizde bulunan her şeyin, aslında geçmişimizin mirası değil, geleceğimizin emaneti olduğunu anlayabilmek için, illa ki elimizdeki değerlerin yok oluşunu izlememiz mi gerekiyor? Bu nedenle; bir an önce, liyakat sahibi bir Tarım Bakanı ve tarım konusunda uzmanlaşmış bilim adamları ile, ciddi bir tarım politikası oluşturulması gerekiyor. Tarım kuşakları yapıp, o kuşaklarda yaşayan halkın, kendi kendine yetecek bir ekonomik güce sahip olabileceği ve işsizliğin olmadığı bir yapılanmaya geçmek gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti, her şeyden önce bir tarım ülkesidir ve Cumhuriyetin ilanını takiben, sahip olduğu birçok şeyi, tarım politikaları sayesinde kazanmıştır. Kerala örneği gözümüzün önünde olsun, biraz olsun da geçmiş kazanımlarımızı hatırlayalım! Yarın çok geç olabilir; sakın ola unutamayalım!