Bir ülkenin ayakta kalabilmesinin ve diğer demokratik ülkeler tarafından tanınıyor olabilmesinin en önemli şartı Hukuk devleti olmasıdır. Adaleti tesis edememiş ülkeler hem ekonomik açıdan, yani dış sermayenin ülkeye gelmesi açısından hem de sosyal barışı sağlama açısından büyük problemlerle karşı karşıya kalmış demektir.
Ülkemizde son zamanlarda yüksek yargı kurumları arasında yaşanan kavganın nasıl bir krize sebep olabileceğinin farkındasınızdır sanırım. Yargıtayın karar vermek için kullandığı yasaları Anayasaya uygun olup olmadığı açısından denetleyecek olan kurumla yani Anayasa Mahkemesi ile kavgaya tutuşması ne kadar ironik değil mi.
Özelde bir konuda genelde ise yetki konusunda sürekli birbirleri ile anlaşmazlık yaşayan bu kurumlar ülkemizdeki hukuk sisteminin ne hale geldiğinin çok önemli bir göstergesi olsa gerek. Bütün vatandaşlar açısından kanunların eşit uygulanmasını sağlamakla yükümlü en üst mahkeme Yargıtaydır. Bireysel Başvuru hakkı kanunlaştığından beri de bu yasaların şahıslara Anayasaya uygun olarak karar haline getirilip getirilmediğini inceleyip karar verecek kurum ise Anayasa Mahkemesi. Bu iki kurumun çatışmasının en önemli mağduru vatandaş sonrada Devlet olacaktır.
Başka bir komedi de Yargıtayın Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması. Peki bu üyeleri kim yargılayacak; hakkında suç duyurusunda bulunulan üyelerin de içinde olduğu Anayasa Mahkemesi yani Yüce Divan. Yani Yargıtay diyor ki siz yanlış yapıyorsunuz bu sebeple kendinizi yargılayın.
Peki bu kadar şey olurken siyasi iktidar ne diyor. Cumhurbaşkanı” Bizim bu konu da taraf olmamız uygun değil. Biz iki kurum arasında hakemlik yapabiliriz”. Devleti yönetenler hakemlik yapmayı kendilerine uygun buluyor demek ki. Ortada bir Anayasa var ve yine ortada Anayasaya uygun olduğu tescillenmiş TCK var. Peki her şey bu kadar ortadayken olmayan şey ne.? ADALET…
Bir suçluya ceza vermekte adalettir. Bir vatandaşın kazanılmış haklarını korumakta adalettir. Ortada suçlanan birisi var. Bu şahıs Milletvekili olarak seçimlere girmeden önce yine bu ülkeni hakimlerinden oluşan YSK tarafından olur almış ve seçimlere girmiş. Seçilmiş milletvekilliği hakkı kazanmış, maaşını alıyor, odası ve danışmanları var, Meclis komisyonlarında görevi var ama tutuklu olduğu için görevini yapamıyor.
Şimdi Yargıtayın öncelikle verdiği kararda ısrarlıysa YSK hakkında bu şahsın seçilme hakkı olduğuna dair verdiği karar sebebiyle suç duyurusunda bulunması gerekir. Çünkü ilk düğme orada iliklenmiştir. Sonra Hatay Seçim kurulunun bu şahsa mazbata vermesi başka bir suç duyurusuna sebep olmalıdır. Arkasından Meclis Başkanının bu şahsa oda vermesi, danışman ataması ve komisyonlarda görev vermesi sebebiyle suç duyurusunu hak etmiş olması gerekir. Tabi birde bu şahsa vekil maaşı bağlayan Maliye Bakanlığı da unutulmamalıdır.
Bunların hiç birisini yapmayıp sadece Anayasa Mahkemesinin kararlarını uygulamamakta direniyorsanız bu hukuki değil siyasi bir karar olarak görülecektir. Bu da ülkede yeni bir krize sebep olacaktır. Bu kriz sadece ülke içini değil dışarda ki sosyal hukuk devleti anlayışını da zedeleyecektir. Kısacası bu kavganın kazananı yoktur. Kaybedeni ise hepimiz olacağız.