Bizim kuşak bu lafı çok duymuştur. Bir dönem gençliğin bir kısmı,davasını İslam olarak açıklıyor ve bununla devletleşmeyi kastediyordu.
Davanın devletle, onu ele geçirmekle özdeşleştirilmesinin tabii bir sonucu olarak İslam davası da siyasi bir mahiyete bürünüyordu.
İşin doğrusu kimsenin kafasında nasıl bir devlet sorusunun cevabı yoktu. İslam devletinden kasdedilen şey çoğu zaman İslam’ın ukubat, yani ceza ile ilgili hükümlerinin uygulanmasından ibaretti. Yani İslam devleti denilen şey aslında Kuran’da geçen hatlerin uygulanmasından ibaretti. Bir devlet hırsızın kolunu kesiyor, zaniyi recmediyor veya sopa cezası ile cezalandırıyor, içki içene ceza veriyorsa başka hiçbir vasfa gerek olmadan o devlet İslam devleti sayılıyordu. Devletin bir diktatör tarafından yönetilmesi, halkına zulüm etmesi, adaletten ayrılması, istişare ve danışma mekanizmalarına sahip olmaması kimsenin umurunda değildi. Halbuki, İslam’ın bazı suç ve eylemlerin cezalandırılmasına dair hükümleri ne kadar önemliyse danışma, adalet, doğruluk, kul hakkı ile ilgili hükümleri de aynı derece önemliydi. Ne yazık ki, İslam davası bu ahlaki boyuttan hep tefrik edilerek yahut bu boyutu ikincil derecede sayılarak ele alındı. Ceza müessesi tamamsa başka hiçbir şeye ihtiyaç yoktu. Yönetimin biçiminin ne olduğu ise hiçbir zaman ciddi bir şekilde ele alınmadı.
İslam’ın bütün hükümleri, Allah’ın bütün emirleri aynı derecede önemli ve değerlidir. Kimse ceza ayetlerinin mesela danışmayı, adaleti, doğruluğu, zulümden kaçınmayı emreden ayetlerden daha üstün, daha öncelikli olduğunu söyleyemez. Esasen bir yerde dinin ahlakı yoksa ceza hükümlerinin uygulanma kabiliyeti de olmaz. Ahlakı gözardı eden bir yaklaşım İslam’ı ceza hukukuna indirgeyerek aslında onu da uygulanamaz hale getirir.
Bugün muhafazakar görünümlü bir iktidarda ahlaki çürümeyi, otoriterleşmeyi tartışıyoruz. İşte bunun en önemli sebeplerinden biri budur; dini ceza hükümleri üzerinden okumak. Bu okuma şekli, İslam’ı ceza hukuku ile özdeşleştirdiği ve ondan ibaret gördüğü için tabiatı icabı cezalandırıcı, yani otoriterdir. Dinin gerçek hedefi olan güzel ahlakı hakim kılma nosyonundan mahrum olduğu için de ahlaki olarak bitiktir. Kendine hedef olarak devleti seçtiği için de dini bir hareket olmaktan çok siyasal bir harekettir.
Bir din, -bütüncül- bir yaklaşımla ele alınmadan doğru bir şekilde anlaşılamaz. Siyasete indirgenen bir din, insanı dönüştürme, yüksek ahlaka eriştirme misyonunu yerine getiremez. Nitekim getiremediği de görülüyor.Siyasi rekabetin tabiatıve devlet odaklı din anlayışı her türlü ahlaki ölçüyü bir kenara atar. Kenarda köşede kimi İslamcı gurupları göstererek -ben bunların dininden değilim- diye söylenenler, artan deizm böyle bir din anlayışının sonucudur. Böyle bir İslamcılık, çeşitli yollardan geçtikten sonra devletin rantından biraz da biz yararlanalım noktasında karar kılar. İslami bir dünya için çıkılan yolculuk rant beklentisi ile sona ermiştir. Onun için siyasal İslam dindarlaştırmaz, tam tersine çürütür.