Birkaç gün evvel MEB Tâlim Terbiye Kurulu Başkanı değişti. Alpaslan Durmuş gitti; Burhanettin Dönmez geldi.
Bu atamaya en büyük tepkiyi, Yeni Şafak’taki köşesinde “Sevgili Reis’imize duyurulur!” diyerek Hayreddin Karaman verdi.
Efendim, Ziya Selçuk’un bir kısım tasarruflarıyla ilgili olarak Karaman’ın câmiasında yoğun bir şikâyet ve dertlenme vâki imiş. Derken Tâlim Terbiye Kurulu başkanını görevden aldığı haberi gelmiş. Koca bakan, elbette kiminle çalışacağına karar verme hakkına sâhipmiş ama kimi görevden aldığı ve yerine kimi getirdiği konusu, Karaman’ı ilgilendirirmiş.
Karaman’a göre, göreve gelen Burhanettin Dönmez’in iki büyük günâhı var. Birincisi ilâhiyat fakültesi öğrencilerine öğretmenlik formasyonu alma hakkı tanınması.
İkincisi; Malatya’nın rektörü hakkında yazdıkları:
“Maalesef rektörlükle soytarılığın birbirinden ayrı işler olduğunu bilmeyen rektörlerin sayısı hızla artıyor! Bizdeki de rektör olur olmaz hacca gitti, bıyık bıraktı, camiyi yıktırdı daha büyüğünü yaptırıyor. Rektör değerlendirme kriterlerinin acilen değişmesi gerekiyor!”
Ne var bunda? Yağlı ballı görevlere atananların, yerinde kalmak uğruna sakal bıyık bırakıp hacca gitmesi, hepimizi rahatsız ediyor.
Karaman, Alpaslan Durmuş hakkında dostlarının övgülerini de paylaşmış:
“…Özellikle dinimizi doğru anlatma, İmam Hatip müfredatının hazırlanmasında, Din Kültüründe dinin özüne dönülmesinde, evrim felsefesinin biyolojiden çıkarılmasında, tarih kitaplarındaki ideolojik konular üzerinden Müslümanlara küfredilmesini engellemekte, Müslüman şair ve yazarların Edebiyat kitaplarına dercedilmesinde, hayatın bir realitesi olan tesettürlü görsellerin kitaplarda yerini almasında, tartışmalı konulara Din Kültürü kitaplarında yer verilmemesinde, okul öncesine seçmeli Kur’an-ı Kerim ve Arapça derslerinin koyulmasında, FETÖ kaynaklarının ve yazarlarının kitaplardan çıkarılmasında... ve daha birçok hayatî konuda görevini hakkıyla yapmıştır. Şahitlik ederim…”
Karaman’ın yazmadığını ben yazayım. Alpaslan Durmuş, Marmara İlâhiyat Fakültesi’nden 1993’de mezun olmuş. Yâni Karaman’ın öğrencisi. Akraba kayırmacılığının adı nepotizm de öğrenci kayırmacılığının adı nedir bilmiyorum.
Çok mühim bir noktayı yazmadan geçemeyeceğim. Durmuş’la ilgili övgüdeki son satırlar dikkatinizi çekmiştir. FETÖ konusunda görevini hakkıyla yapmışmış.
Şimdi ne düşünmeliyiz? Fetöyle mücâdele eden gidiyorsa gelen fetöcü mü?
Hadi canım!
Ayrıca, “görevini hakkıyla yapmanın” tanımı nedir?
Bana göre görevini hakkıyla yapan ilâhiyatçının, 17-25 Aralık’tan da evvel fetöye karşı çıkmış olması gerekir.
Zîrâ çektiğimiz sıkıntıların en büyük sorumluları, “Peygambersiz İslâm”, “dinlerarası dialog” safsatalarına vaktiyle karşı çıkmayan, kim güçlüyse ona göre saf belirleyen ilâhiyatçılardır.
Son olarak Hayreddin Karaman’a seslenmek istiyorum:
Kandırılmaya müsâit bir yapınız olmasını anlayışla karşılıyorum. Nihâyetinde çok yaşlandınız. Her şeye inanmayın. Dört dörtlük yetiştirdiğinizi zannettiğiniz öğrencileriniz (Alpaslan Durmuş’u tenzih ederim. Kendisini tanımıyorum.), bürokraside hayâl edemeyeceğiniz rezilliklere imzâ atabiliyorlar. Bunlardan birisine rastladım. “İyi ki dinimi, kendim öğrendim.” diye şükrettim.
“Harda Müselman gorürem gorhıram” diyen Azerî şâirin dediği gibi, nerede bir ilâhiyatlı görsem gorhıram Hocam, gorhıram!
Çünkü gençler, bizim kadar şanslı değiller. Bunları görünce dinden soğuyorlar.