Bir düğmeye basılmış gibi AKP’liler hep birlikte DEM Parti ağzıyla konuşmaya başladılar. Binali Yıldırım'dan sora AKP Bingöl Milletvekili Fevzi Berdibek de "anayasada vatandaşlık tanımının değişeceğini, Türkiye vatandaşlığına geçileceğini" söyledi. Bu Türklüğün önce anayasadan, sonra da zihinlerden silinmesi anlamına geliyor. Böyle bir anayasanın eğitim sistemi, devlet teşkilatı, kurumları da ona göre olacaktır.

Şöyle bir yanılgı var; sanılıyor ki bu değişiklikleri PKK istiyor, iktidar da terörü önlemek için bu fedakarlıkları yapmak zorunda kalıyor. Oysa bu değişiklikleri PKK'dan çok iktidar istiyor. Oslo ve Çözüm süreçleri ile, o dönemde başta Erdoğan olmak üzere iktidar mensuplarının konuşmaları takip edildiğinde bu gerçeği görmek mümkün.

2023 yılında Elips yayınları arasında çıkan “Oslo'dan Habur'a Terör Baronlarının Savaşı Kayıp Barış" isimli kitabımda bu gerçeği delil ve belgeleri ile ortaya koydum. Okumayanlar için oradan aktarmakta fayda görüyorum.

"Daha Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı iken Mehmet Metiner'e bir rapor hazırlatmış, raporda o tarihlerde PKK'nın bile dillendiremediği görüşler savunulmuştu. Metiner, “Doğu ve Güneydoğu Sorunu olarak adlandırılan sorunun aslında Kürt sorunu olduğunu, bölgenin kadimden beri Kürdistan olarak adlandırıldığını, vatandaşın PKK ile devlet terörü arasında sıkışıp kaldığını, bölgenin bilinçli olarak geri bırakıldığını belirterek Kemalist paradigmadan vazgeçilerek Kürt kimliğinin tanınmasını, ana dilde eğitim imkanının sağlanmasını ve yerel parlamentoların oluşturulmasını" önermişti. Aynı Metiner, Altan Tan ile 2000 yılında Öcalan'ın dizayn ettiği HADEP'e katılıp Genel Başkan Yardımcısı, Altan Tan da Parti meclisi üyesi olacaktı.

1990-94 yıllarında RP'de Kürt sorunu adı altında raporlar hazırlamış, eyaletleşmeyi savunmuştu. Bu raporlar elbette ki kağıt üzerinde kalmadı. Sonradan AKP sözcüleri ve onlara yakın gazeteciler tarafından kamuoyu oluşturmak için sıklıkla tekrarlandı. Nitekim daha o yıllarda Abdurrahman Dilipak, “Atatürk milliyetçiliğinin hakkından gelindiğini, Osmanlı tarzı millet sistemine geçmenin zamanı geldiğini" yazıyordu.(s.72)

Gerek Metiner'in milli devleti Kemalist paradigma olarak ifadesi, gerekse Dilipak'ın Osmanlı millet sistemi, sorunlu ve gerçeği yansıtmayan ifadeler. Milli devlet, İmparatorlukların dağılması, teknolojinin gelişmesi ve iletişimin yaygınlaşması ile ortaya çıkan yeni bir toplumsal formdur. Ülkeleri bu yeni toplumsal forma şu veya bu şahsiyet değil, tarihi akış getirmiştir. Atatürk çağın ruhuna ve sesine uyarak zamanın dayattığı bu sosyolojik duruma uymuştur sadece.

Dilipak'ın Osmanlı tipi millet sistemi için ise Alman Filozof Herder, "Osmanlı'nın parçalanmasının sebebi, ortak bir iletişim diline ve dolayısıyla milletleşmeye engel olan millet sistemidir" der. Bir ülkede birbirini anlamayan, birbirinden kopuk toplumsal alanların varlığını istemek o ülkenin parçalanmasını istemekten başka bir şey değildir. Atatürk karşıtlığının kör ettiği bu zihin yapısı, çağın ruhuna gözlerini kapattığı için bugünden kopmakta, milli bütünlüğü örseleyen bir işlev örmektedir.

AKP çizgisinin kabileleşme paradigması sadece yukarıda anlatılanlardan ibaret değil. Aynı çizgide olan SADAT geçtiğimiz yıllarda hazırladığı raporda, Kürtçenin eğitim dili olmasını, Türkiye'nin eyaletlere bölünmesini(enteresan değil mi? Apo da 25 eyalete bölünelim 18'i sizin, 7'si bizim olsun diyordu),Valilerin seçimle gelmesini, Cumhurbaşkanlığı forsuna Eyyubileri temsilen bir yıldız daha eklenmesini savunmuş, bu görüşleri savunan SADAT başkanı Adnan Tanrıverdi Erdoğan tarafından CB danışmanı olarak atanmıştı.

Bu kültürel yapıdan gelen Erdoğan birçok konuşmasında Kürt sorununun çözümü adı altında kabileleşme anlamına gelen nutuklar atacaktı. Mesela Şemdinli'de yaptığı konuşmada;" Türk Türküm, Kürt Kürdüm, Laz Lazım, Boşnak Boşnak'ım diyecek hepimizin üst kimliği Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı" olduğunu söyleyecek, bazı konuşmalarında Osmanlı'da da vardı diyerek eyaletleşmeyi savunacaktı. Halbuki Osmanlı eyaletleşmenin parçalanmaya götürdüğünü görmüş, 1864 tarihli vilayet nizamnamesi ile merkezileşmeye dönmüştü.

Bu görüş ve raporların hülasasını, Oslo görüşmelerine başkanlık eden MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş 18 Eylül 2011  tarihinde Aydınlık Gazetesine verdiği mülakatta verecekti. Şöyle diyordu: Afet Güneş: "Görüşmelerde çıkan sonuca göre demokratik özerk bölge ileride konuşulabilir. Bekleyelim görelim. Böyle giderse bölgesel özerkliğe koşar adım gidilecek. Aslında kamuoyu bunu tartışmalı.( O tarihte Apo'da özerkliği konuşun toplumu alıştırın diye talimat veriyordu).Herkes Türkiye nereye gidiyor sorusunu sormalı, Yarın çok geç olabilir. Sayın Başbakan(yani Erdoğan) kafasındaki planı açıkça halka anlatmalı. Kabul edilir ya da edilmez. Ama halk bu planı bilmeli. Sayın Fidan ve Başbakan plana inanıyor ve bu projeyi savunuyor. Görüşmelere katılanların şahsi düşünceleri değildir. Herkes aldığı talimata göre konuşuyor. TSK yetkisizleşirse KUZEY IRAK BENZERİ BİR YÖNETİM BİÇİMİ OLUŞUR." (s.115)

TSK, AKP'li Abdurrahman KURT'un ifadesi ile; AKP- o zamanki adıyla Cemaat ve ABD iş birliği ile etkisizleştirildi. En büyük engel ortadan kaldırılınca kabileleşme sürecinin önünde tek engel kalmıştı; milliyetçiler. Milliyetçilik, milli devletin savunma mekanizmasıdır. Milliyetçiliği tasfiye etmeden milli devleti tasfiye etmenin mümkün olmadığını biliyorlardı. Onu da Bahçeli üzerinden milliyetçileri iğdiş ederek hallettiler. Böylece sürece direnecek herhangi bir mekanizma kalmadı. Onun için şimdi PKK'yı tasfiye adı altında milli devleti ve Türklüğü tasfiye ediyorlar. Açıktır ki, bu bütünleşme değil, kabileleşmenin dönüşüdür. Birçok yazımda ifade ettiğim gibi: Bir ülkeyi terör örgütleri asla bölemez. Ülkeleri, yönetenlerin hataları, saplantıları, dış güçlerle ilişkileri böler. PKK'nın tasfiyesi işin örtüsü ve bahanesidir, milli devleti asıl hedef alan AKP ve onun beslemesi basın yayın organlarıdır.