Saddam’ın devrilmesinden sonra göreve gelen İran cumhurbaşkanları ilk yurtdışı seyahatlerini Irak’a yapıyorlar. Bu kapsamda Irak’a gelen Pezeşkiyan, Irak’ın Kürt kökenli Cumhurbaşkanı Reşid ve Bölgesel Yönetimin Başkanı Barzani ile yaptığı toplantılarda, protokol kurallarını dikkate almadan Kürtçe konuşunca PKK medyası tarafından öve öve bitirilemedi. Annesinin Kürt olduğu, Kürtlerin arasında doğup, büyüdüğü ve kabinesinde hem de Sünni olan bir Kürt’e yer vererek bir ilki gerçekleştirdiği vurgulandı.

       Aslında ilginç bir görüntü: Fars ülkesinin Türk cumhurbaşkanıyla Arap ülkesinin Kürt cumhurbaşkanı toplantılarını Kürtçe yapıyor. Pezeşkiyan, seçimlerden önce annesinin Kürt olduğunu inkar etmedi. Bu bilgi hem muhafazakarların hem reformistlerin hem de kamunun kontrolündeki medyada sürekli yer aldı. Pezeşkiyan seçimlerden sonra yaptığı ilk basın toplantısında ‘’Babamda anamda Türk, Türk balasıyım.’’ dediğinde annesinin Kürt olmadığını öğrendik.

       Pezeşkiyan’ın, nüfusun %10 kadarını teşkil eden Kürtlerle %25 kadarını oluşturan Sünniler sandığa gitsin ve kendisine oy versin diye iddialara sessiz kaldığını düşünüyorum. Rejim ise bu ifadelere, seçime katılım oranının yükselmesini sağlayacağı için göz yumdu. İddialarda Sünni ifadesi geçmedi ama İran’daki Kürtler Sünni olduğundan ‘’Annesi Kürt demek aynı zamanda annesi Sünni’’ demek oluyor. Sünnilerin cumhurbaşkanı adayı ve bakan dahi olamadığı, cami açmalarının imkansız derecesinde zor olduğu İran’da annesi Sünni olan birinin cumhurbaşkanı olması Sünniler açısından önemli bir merhale olurdu.

       Neyse, PKK medyasındaki bayram havası bir gün sonra, toplantının gündem maddelerinden biri ortaya çıkınca yerini hayal kırıklığına ve kızgınlığa bıraktı. Zira İran, gıyaplarında idama mahkum ettiği 120 PJAK (PKK’nın İran Kolu) yöneticisinin iadesini talep etmişti. Irak bu talebe prensipte olumlu yanıt vermişti. Yani başkanlar Kürtçe lisanıyla PKK’lıların idam edilmek üzere iadesini görüşmüşlerdi.

       Pezeşkiyan göreve geldiğinden beri her fırsatta Amerika’ya sıcak mesajlar gönderiyor. Açık açık ‘’Dost olabiliriz.’’ diyor. Zira Tahran savaş istemiyor. İçine düştüğü ekonomik darboğazdan ancak barış ortamında ve becerebilirse ABD ile nükleer anlaşmayı imzalayarak kurtulmayı planlıyor. Bu nedenle İsrail’in saldırılarına yanıt vermiyor veya zorda kaldığında sadece görüntüyü kurtaracak mukabelelerde bulunuyor.

       Aslında ABD’de, Orta Doğu’da savaş çıkmasını hiç istemiyor ama İsrail’e teslim olmuş durumda. HAMAS’ ın saldırısı İsrail’e yıllardır beklediği fırsatı verdi. ABD’nin zoraki de olsa tam desteğini sağlayan İsrail HAMAS’ı ve Hizbullah’ı ezmeden ve Gazze’yi Filistinlilerin elinden almadan durmayacak. İsrail’in dün ve önceki gün gerçekleştirdiği çağrı cihazı ve telsiz saldırıları Hizbullah’a sanılanın fevkinde zarar verdi.

       Saldırılarda sivillerin de zarar görmesi insanları şaşırtıyor. Oysa Hizbullah aynı CHP ve Ak Parti gibi bir siyasi parti. Lübnan’daki koşullar nedeniyle askeri kanadı olan bir parti. Yani Hizbullah’ın yöneticilerinin büyük kısmı sivil. İsrail bu saldırılarla hem çok sayıda yöneticiyi devre dışı bıraktı hem de kameralar vasıtasıyla tespit etti. Netice de hastanelere başvuranlar Hizbullahçı.

       Hizbullah saldırılarda ciddi zarar gördüğünden İsrail’in genel bir saldırıya geçmesi ve Güney Lübnan’ı işgal etmesi için en uygun zaman. Fakat bu saldırının olması ABD’nin tavrına bağlı. Demokratlar oy kaybına neden olabilecek böyle bir saldırıya karşıyken Trump saldırıyı destekliyor. Böylece hem Yahudi seçmenlerden daha çok oy alacak hem de zaten kendisine asla oy vermeyecek olan savaş karşıtlarının sandığa gitmemesini yani demokratlara oy vermemesini sağlayacak.

       Türkiye 13 yıl aradan sonra Arap Ülkeleri Dışişleri Bakanları Konseyine katıldı. Bu toplantıya davet kararı oy birliğiyle alındığından artık Arap ülkeleriyle ilişkilerimizin tam manasıyla normalleştiği varsayılabilir. Geçmişte yaşadığımız sorunları yaşamamak için Arapların arasındaki ihtilaflara karışmamalıyız, mevcut rejimlere muhalif örgütleri desteklememeliyiz. Hepsinden önemlisi demokrasi ve insan hakları şampiyonluğu yapmamalıyız. Başka memleketlerin rejimleri ve içişleri bizi ilgilendirmez. Önceliğimiz ekonomik ve ticari ilişkilerimizi en yüksek seviyeye çıkararak ülkemizin zenginleşmesini sağlamak olmalı.

       Konseyde Fidan konuşurken Suriye’nin temsilcileri, biri hariç, salonu terk ettiler. Suriye, Türkiye’nin davet edilmesini kabul ederek normalleşmek istediğini, Fidan konuşurken salonu terk ederek topraklarındaki Türk askerlerinden rahatsız olduğunu göstermiş oldu. Bazı yorumcular ‘’Biz Arap mıyız, Arap liginde ne işimiz var?’’ sorusunu yönetiyorlar. Davet edildiğimiz ve olabildiğimiz bütün platformlarda olmalı ve hiçbir ayrım yapmadan bütün devletlerle iyi ilişkiler kurmalıyız. 500 milyar dolar tutarında ihracat yapabilecek ve 100 milyon turisti ağırlayabilecek alt yapımız var. Müteahhitlerimizin yurtdışında şu an yaptıklarının on katından fazla iş bitirdiği yıllar oldu. Hedefimiz bu platformları ve her fırsatı kullanarak ilişkilerimizi geliştirmek olmalı.

       Sisinin Türkiye ziyareti bizim açımızdan olduğu kadar Mısır açısından da çok önemliydi. Zira Mısır derin bir ekonomik krizin içinde. Bu krizden çıkabilmesi Türkiye ile ilişkilerini düzeltmesine bağlı. Doğu Akdeniz’de Mısırın karasularında dünyanın en büyük doğalgaz rezervlerinden biri bulundu. Eskiden enerji ihtiyacının tamamına yakınını ithal eden Mısır artık iç tüketiminin tamamını bu rezervden karşılıyor ve ihracat yapıyor.

       Bununla beraber her yıl 100 milyar dolardan fazla tutarda ilave ihracat yapabilecek kapasitesi var. Nakliye sorununu çözemediğinden bu kapasiteyi kullanamıyor. Mısır, eğer Türkiye müdahale etmeseydi, liderlik ettiği Doğu Akdeniz Gaz Formu vasıtasıyla Kıbrıs, Girit ve Yunanistan’dan geçecek nakil hattıyla Avrupa’nın en büyük tedarikçilerinden biri olacaktı. Şu an en ekonomik ve mümkün olan alternatif, Mısır gazının Türkiye üzerinden Doğu Avrupa’ya ulaştırılması.

       Bir başka çözüm bekleyen sorun Libya. Taraflar artık savaşmıyor ama tam manasıyla uzlaşabilmiş değiller. Uzlaşmanın sağlanması, Libya’daki en güçlü ülkeler olan Mısır ve Türkiye’nin anlaşmasına bağlı. İç savaş varken petrol ve gaz ihraç edilemiyordu. Şu an Kaddafi döneminin sekizde biri kadar edilebiliyor. Uzlaşma sağlanırsa petrol ve gaz ihracatı katlanarak artacak ve bu artıştan en çok Mısır istifade edecek.