Cumhurbaşkanı’nın yeni kabineyi açıklaması ile birlikte yeni sistem hukuken de başlamış oldu. 15 Temmuz darbesinden beri zaten fiilen CB sistemi uygulamadaydı.24 Haziran, fiili durumu hukuki hale getirdi.

Muhalefet partileri seçimin şokunu hala üzerlerinden atamadılar. CHP’deki kongre tartışmalarının, İYİ partide Cumhur ittifakının bittiği yönünde yapılan açıklamaların arkasında bu sarsıntı var. Bazı İYİ parti sözcülerinin CHP ile Millet ittifakına yönelik ifadeleri de şık değil. Bir seçim iş birliği yapmışsınız, doğru veya yanlış, iş bittikten sonra konuşmak, ithamlarda bulunmak gelecekte olabilecek iş birliklerinin önünü tıkar. İYİ partiye oy kaybettiren CHP veya millet ittifakı değil, kullandığı siyaset dili ve aday tercihinde yapılan yanlışlardır.

Kılıçdaroğlu’nun 15 milletvekilini İYİ partiye vererek yaptığı fedakarlığın karşılığı bugün yapılan eleştiriler olmamalıdır. Siyaset uzun soluklu bir iştir, daha dikkatli, daha olumlu bir dil, partilerinden rahatsız olan kitlelerin İYİ partiye yönelmelerini kolaylaştırır.

BU DİL KİMİN?

Seçim sonuçları ile ilgili İsmail Türk bey bu sitede önemli şeyler yazdı. Çoğuna katılıyorum. Şu veya bu partinin geleceğinden daha önemli olan ülke ve milletin geleceğidir.24 Haziran seçimlerinde toplum mühendisliğinin her şekli denendi, öyle ki muhalefetin kullandığı dil bile neredeyse AKP’ye zarar vermeyecek şekilde oluşturuldu. AKP’den oy alabilecek tek parti olan İYİ partinin dili AKP’lileri uzaklaştıracak şekilde tanzim edildi. Ama daha önemlisi Türk milliyetçiliğini Kemalist/ulusalcı bir çizgiye çekme yönündeki gayretlerdi. Bu millet Atatürk’ü sever ama kişi odaklı bir milliyetçilik olamaz. 1982 Anayasası yazılırken Atatürk milliyetçiliği tabirine en çok dönemin ülkücü milliyetçi kadroları itiraz etmişti.

Türk milliyetçiliğinin iki ayağı vardır, Türklük ve İslamlık. Bu iki ayaktan birinin budanması onu topal hale getirir ve bu ülkenin ortalama insanından koparır. Milliyetçilik, millete odaklıdır ve Türk milliyetçisi şu veya bu şahsın askeri değil, milletinin hizmetçisidir. İman planında da Allah’a ve Resulüne bağlıdır. Fikirde, düşüncede gelişmeci, imanda muhafazakardır. Bu çizgi bugün Türk milletinin çoğunluğunun yürüdüğü çizgidir. Eğer bu çizgiden siyasi bir başarı çıkarılamamış ise bu da bizim hatamızdır.

HUKUK VE AHLAK

Bazı çevreler, ahlak varsa hukuka ihtiyaç olmayacağını iddia ederler. Hukukla ahlak arasında bir ilişki vardır ama bu ilişki birinin ötekini gereksiz kılması şeklinde değildir. Hukuk, ahlaki değerlerle örtüştüğü ölçüde toplum tarafından kabul görür. Ahlakla çatışan bir hukuk toplum tarafından benimsenmez, sürekli ihlallerin konusu olur.

Ahlaki değerlerin yaygınlaşması hukuk ihlallerini azaltabilir ama asla ortadan kaldırmaz. Ahlak göreceli bir kavramdır sınırları hukuk gibi belirgin değildir. Standart bir hukuktan söz edilebilir ama standart bir ahlak anlayışından söz edilemez. Onun için bir toplumda düzenin devamı isteniyorsa asla hukuktan vaz geçilemez.

Ceza korkusu olmadan bir toplumu sadece ahlaki değerlerle düzen ve huzur içinde yaşatmak mümkün değildir. Tarihte ahlaki meziyetleri övülen çok kişinin hukuki denetim olmayınca nasıl çerçeve dışına çıktıklarına dair sayısız örnek göstermek mümkündür. Abbasi halifesi Harun Reşit başını kestirdiği vezirinin cariyesini çağırarak kendisine şarkı söylemesini emreder. Cariye şarkı bilmediğini söyleyince de cellada cariyenin başını vurmasını söyler. Cariyeye acıyan cellat bir iki şey mırıldanmasını yoksa başının kesileceğini ifade eder. Cariye çar naçar bir şeyler mırıldanmaya çalışır. Harun Reşit cariyenin sesinden hoşlanmaz, elindeki sazı cariyenın başında parçalar, cariye üç gün can çekişir, sonunda vefat eder. Ortada Halife’yi denetleyen bir hukuk sistemi olmadığı için o zavallının hesabını da kimse soramaz. Onun için hiçbir şey kişilerin ahlak anlayışına bırakılamaz. Hukuk yoksa ahlak da bir süre sonra yozlaşmaya başlar. Türkiye gerçekten büyük bir devlet olacaksa önce hukuk ve adaletin her alana hakim olması gerekir. Yoksa büyüklük kof bir laftan başka bir anlam ifade etmez.