Daha önce Trabzon için defaatle "sahipsiz şehir" vurgusu yapmıştık.
Şehrin imarından imkanına, insanından adeta imanına kadar her noktaya hassasiyetle yaklaştık ve hassasiyet içeren yaklaşımlar bekledik.
Konuştuk çok konuşuyor dediler, sustuk şehir sanki sorunsuz, sıkıntısız bir şehir gibi yansıdı, kimseden ses çıkmadı. Çıkmıyor..
Daha önce de şehrin üzerindeki "Papaz" sorununa vurgu yaptık.
Düşünce olarak her dinin kendi ritüelleri yaşamasına müspet bakan biriyim.
Yurt dışı geçmişim sayesinde, oradaki istisnalar olsa bile gösterilen hoşgörüye şahip olmam hasebiyle de bu bakışım daha olgunlaştı diyebilirim.
88 yıl aradan sonra ilk kez 15 Ağustos 2010'dan itibaren yılda bir kez, bir günlüğüne Hristiyan Ortodoksların Sümela Manastırı'nda ayin yapmasına izin verilmesine bu pencereden bakınca bir sorun görmüyorum.
Lakin Trabzon'un kurtuluş tarihi olan 15 Ağustos'ta bu ayinin yapılmasını tesadüfi görmüyorum.
Rum-Pontus kışkırtması, Trabzon'un milliyetçi kimliği üzerinde oluşturulmak istenen erozyon gözümüzden kaçmadı, kaçmayacaktır.
15 Ağustos tarihi bileren bir planın parçası olarak seçilmiştir.
Bu şehri yönetenler ise çalgı çengiden başını kaldıramıyor, mülki amirler siyasi tahakkümde kayboldu, muhalefet kendi dertlerinde boğulmuş durumda.
Sosyal tepki anlayışı, toplumun dinamik olarak tepki ortaya koyabilme yeteneğini çok uzun yıllardır göremiyoruz.
Yerel irade veya siyasetin ilgisizliği, sessizliği genel iradeninki ile birleşince endişemiz artıyor.
İki günü, iki yılı planlayamayanların, önlerindeki iki yılı öngöremeyenlerin 'ne olacak' geçiştirmesini de ironik, trajikomik olarak değerlendiriyorum.
Asla olmaz dedikleri her şeye kısa sürede olur diyen siyasi aklın çoğu kez ortaya koyduğu gayri millî duruş bu konuda milli duruş merkezli bir tutum sergileyeceklerine dair beklentimizi ortadan kaldırıyor.
Bize her yer Trabzon'dan önce Burası Trabzon diyerek önce kaleyi sağlama almak, kalenin güvenliğini sağlamak zorundayız.
Bu şehrin kimliğini sinsice sorgulayan, tartışmaya açan misyoner tohumlarına karşı net ve sert duruş sergileyebilmeliyiz.
Devlet de yargı v.b gibi dinamikleriyle duruşumuzu pekiştirmelidir.
Bu şehrin sessizliği, suskunluğu, tepkisizliği bir yok oluş, kabulleniş olarak algılanmasın.
Bu yanlıştan dönülsün.
Bu şehrin milli ve manevi hassasiyetleri göz ardı edilmeden, ritüelden öteye geçmeyen, gösterişe dönüşmeyen, kimlik üzerinden siyasete malzeme edilmeyen bir ziyaret organize edilmeli ve mutlaka doğru, tarih bilincinin yüksek olduğu kişilerce ziyaret günü yeniden düzenlenmelidir.