Putin başkan olduktan sonra, yüksek seyreden petrol ve gaz fiyatlarının da etkisiyle Rusya’yı önce toparladı sonra ayağa kaldırdı. Toparladı diyorum, çünkü Çeçenistan fiilen bağımsız olmuştu. Çeçenler yurt dışında adı irtibat bürosu olsa da elçilikler açıyorlardı. Tataristan referanduma gitmiş, Ruslar en kalabalık etnik grup olmasına rağmen halkın %62’si bağımsızlık yönünde oy kullanmıştı.
Dağıstan kaynıyordu. Azınlıklar, Çeçenistan’ı ve Tataristan’ı takip ediyorlardı. Eğer Putin başkan olmasaydı ya da başka bir ifadeyle Rus derin devleti duruma el koymasaydı Rusya ikinci kez dağılarak küçülecekti. Peki diğer halklar neden Rusya’yla birlikte olmak istemiyorlar. Hadi diyelim ki Çeçenler, Tatarlar, Dağıstanlılar Müslüman. Peki ya Ermeniler, Gürcüler, Ukraynalılar, Moldovyalılar ve Beyaz Ruslar?
Erivan Peşinyan’a kadar Moskova’ya hep sadık kaldı. Rusya’nın kurduğu bütün örgütlere katıldı. Her denileni yaptı. Bunların neticesinde geri kaldı, kalkınamadı ve fakirleşti. Peşinyan, Rusya’ya karşıtı fikirlerini seslendirerek iktidara geldi. Rusya’nın desteği olmadan Karabağ’ı ve işgal ettiği Azerbaycan topraklarını muhafaza edemeyeceğini ön görmemiş olamaz. Buna rağmen, yani bu toprakların kaybını göze alarak Batıya yöneldi. Ki bu Ermenilerin Rusya’dan kopmayı hedefleyen ilk hamlesi değildi. Ermeniler, Çarlık yıkılınca diğer azınlıklar gibi bağımsızlıklarını ilan ettiler. Tek başlarına Kızıl Orduyla başa çıkamayacaklarını fark edince Azerbaycan Türkleri ve Gürcülerle birlikte Kafkasya Federal Cumhuriyetini kurdular. Düşünün tehcire rağmen ve acılar henüz tazeyken Türklerle birlikte olmayı Ruslarla birlikte olmaya tercih ettiler.
Gürcistan Batıya yönelmesinin bedelini Güney Osetya ve Abhazya’yı, Moldovya ise Transdinyester’i kaybederek ödedi. Neden geçmişte Rusya ile beraber yaşayan halklar, Ruslardan bölünme pahasına, arkalarına bile bakmadan kaçıyorlar? Düşünün SSCB yıkıldığında, Sırbistan dışında ki Doğu Avrupa, Baltık ve Balkan ülkelerinin tamamı AB’ye başvurdu. Katılabilen NATO ve AB’ye katıldı katılamayan hala katılmaya çalışıyor. Sırbistan, Rusya’ya sadık kalmasının bedelini iki kez bölünerek ödedi. Önce Kosova’yı sonra Karadağ’ı kaybetti. Hadi diyelim ki Kosova halkı Müslüman ve Arnavut olduğu için ayrıldı, Karadağlılar Sırp.
Yani Ruslar hem Çarlık yıkıldığında hem SSCB dağıldığında hem de halen devam eden Rusya döneminde birlikte yaşadıkları halkların ayrılma talepleriyle ve mücadeleleriyle karşı karşıya kaldılar. Bunları ya orantısız güç kullanarak bastırdılar ya da bastıramadıklarına verebileceği her türlü zararı verdiler.
Rusya’nın Putin döneminde başlattığı ve ilk hedefin eski SSCB devletleri olduğu dışa açılma sürecinde de durum farklı değil. Rusya Libya’da ve Suriye’de hakim pozisyondaydı. Her ikisinde de bu durumunu kaybetti. Bunun nedeni Rus sisteminin tek taraflı olması ve halkların durumunu dikkate almaması.
Yani Suriye örneğinden hareket edersek; Rus ordusu İran ve rejimle iş birliği yaparak muhalefeti ezdi. Ülkede rejimin hakim olmasını sağladı. Ama ekonominin canlanması, ticaretin hareketlenmesi, Suriye’nin kalkınması için hiçbir şey yapmadı. Suriyeler, Türkiye’nin kontrolündeki bölge ve kuşatma altındaki İdlip’le kendi durumlarını karşılaştırdıklarında şok oluyorlardı. Libya’da da durum aynıydı. Düşünün Rusya, Amerikan aleyhtarlığının yaygın olduğu Latin Amerika’da ya da emperyalizmin ezdiği Afrika’da bile başarılı olamadı.
Peki neden Rusya böyle? Çünkü Rusların iş dünyası, ekonomi, ticaret, serbest girişim ve kalkınma konusunda bilgisi, birikimi ve tecrübesi yok. Rus Çarlığında kast sistemine benzer bir sistem vardı. Tarım, ticaret, ordu ve bürokrasi soyluların kontrolündeydi. Asil olmayan birinin orduda komutan olması, ticaret yapması, küçükte olsa toprak sahibi olması ve bürokrasi de yükselmesi mümkün değildi. Yani hayatın hiçbir alanında rekabet yoktu ya da daha doğru bir ifadeyle asiller arasında rekabet vardı. Yani Osmanlıda ilk günden itibaren açık olan yükselme kanalları, Rus çarlığında her zaman kapalı kaldı.
Düşünün çiftçiler toprakla beraber alınıp satılıyorlardı. Yani bir asil, sahibi olduğu bir araziyi, bir başka asile sattığında üzerindeki insanlarla birlikte satmış oluyordu. Köylülerin köylerini terk etmeleri ve eğitim almaları yasaktı. Bu uygulama 1861 senesinde hukuki olarak kaldırılsa da fiilen devrime kadar devam etti. Yani çarlık döneminde ticaretle, tarımla ve sanayiyle iştigal eden müteşebbis bir sınıf oluşmadı. Hal buyken devrim olunca Rusya feodal sistemden komünizme geçti.
Gerçi Lenin daha sonra Çin’in de benimseyip uygulayacağı ‘’Kapitalizm yaşanmadan Komünizm kurulamaz’’ stratejisini benimseyerek ABD’li ve Avrupalı iş adamlarına sanayi tesisleri ve maden işletmeleri kurdursa da kısa süre sonra Stalin tarafından kamulaştırılan bu yatırımlar ülkede özel sektörün ve girişimcilik anlayışının oluşmasını sağlamadı. Doğal olarak komünist dönemde de bu konularda herhangi bir gelişme olmadı.
Zaten SSCB dağıldıktan sonra serbest piyasa ekonomisine geçmek isterken yağma düzenine geçilmesinin nedeni de aynı. Sadece halk değil bürokrasi ve aydınlarda kar, rekabet, verimlilik, kalite, karlılık, maliyet ve sermaye gibi kavramlara yabancıydı.
Bu konularda bilgisi ve birikimi olmayan Ruslar ilişki kurdukları ve onlarla birlikte hareket eden ülkeleri kalkındıramıyorlar, refah ve zenginlik sağlayamıyorlar. Halkın gelir seviyesini ve hayat standartlarını yükseltemiyorlar. Bunları önemsemiyorlar. Etki sahalarındaki ülkeleri sömürüyorlar diyeceğim eğer söz konusu ülkenin namütenahi zenginlikleri yoksa onu bile başaramıyorlar. İnönü’nün dediği gibi: ‘’Senden olana bir şeyler vermezsen neden seninle birlikte olmaya devam etsin?’’