İlk insandan beri insanların en önemli problemlerinin biri sağlık olmuştur. Çünkü bir insanın yaşaması, iş yapabilmesi için sağlıklı olması şarttır. Sağlığı bozuk olan, hasta olan kişi görevlerini tam olarak yapamaz. Bunun sonucu olarak da, kendine, ailesine, çevresine, topluma yararlı olamaz.
Kanunî Sultan Süleyman sağlığın önemini şöyle belirtir:
“Halk içinde muteber bir nesne yok, devlet gibi.
Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.”
Sağlığın önemi insanlar arasında tıp ilminin doğmasına sebep olmuştur. TIP ilminin metodolojisi yapılmadan önce insanlar sağlığının bozulması, bazı fizik ötesi güçlerin etkisine bağlıyorlardı. Hasta kişinin iyileştirilmesi içinde büyücülere, kâhinlere başvuruyordu. Tıp ilminin gelişip ilerlemesi birçok hastalıkların sebeplerinin bulunmasına açığa çıkardı. Tıp ilmi her gün yeni buluşlarla insanlığa büyük yararlar sağlıyor.
TIP ilminin ilerlemesi beraberinde bu ilmin ticari bir vasıta olarak kullanılmasına da sebep oldu. Hâlbuki TIP ilminin bel kemiğini oluşturan doktorlar mesleğe başlarken “Hipokrat Yemini” etmektedirler:
"Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı statü, hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma, hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, hastalarımı memnun edeceğime, insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime, mesleğim dolayısıyla öğrendiğim küçük sırları saklayacağıma, hocalarıma ve meslektaşlarıma saygı ve sevgi göstereceğime dil, din, milliyet, cinsiyet, takım, ırk ve parti farklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime, mesleğimi dürüstlükle ve onurla yapacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim."
İnsan sağlığını esas alması gereken TIP ilmi bazı kötü ahlaklı insanlar eliyle kirletilmekte ve hastalar iyileşmesi gereken insanlar olmaktan çıkıp üzerinden para kazanılan birer “Müşteri” haline dönüştürülmektedir.
Tıp ilminin hızlı ve dev adımlarla ilerlemesine rağmen, birçok hastalığın tedavisinin bulunamadığı acı bir gerçek. Buna bir de her gün değişik sebeplerle ortaya çıkan yeni hastalıkları da eklerseniz durumun vahameti ortaya çıkar.
Bugün dünyada enerji ve silâh sanayinden sonra en büyük alanı sağlık endüstrisi oluşturuyor. Bunun için enerji ve silâh sanayinde olduğu gibi ilâç sanayinde de küresel çapta büyük oyunlar oynanıyor. Uluslararası arenalarda sağlık sektöründe rol kesen firmalar, ürettikleri ilaçları/ürünleri denemek için özellikle geri kalmış ülkeleri kobay olarak kullanmaktan bile asla çekinmemektedirler.
İnsaflı bir uzman doktorun tespiti ile bugünkü TIP adeta küresel sermayenin hegemonyasında bulunan ilâç sanayinin elinde oyuncak durumuna düşmüş durumdadır. Bu hususta her gün gazetelerden doktorların ilâç firmalarının promosyonları doğrultusunda ilâç yazdığı iddialarını okuyoruz.
Dünya ilaç pazarı büyüklüğünün 2,5 trilyon dolar olduğu söyleniyor. Her zaman olduğu gibi sektörün lideri olarak ABD, Çin, Japonya, Almanya ve Fransa’dır.
Sektörün boyutları böylesine devasa iken sektör kârını paylaşan firmaların sayısı ise iki elin parmakları kadardır.
“Sağlıkta Küresel Oyunlar” isimli eserin yazarı Doç. Dr. Kemal Yeşilçimen, yazdığı bir makalede küresel sermaye çetelerinin elinde olan sağlık sisteminin şifresinin “Bırakınız hasta olsunlar” olduğunu şu sözlerle ortaya koyuyor:
“Erken teşhis hayat kurtarır, kampanyalarına destek veren küresel şirketler, hastalıkların önlenmesi ve sağlığın korunması savaşına her nedense destek vermezler. Çünkü erken teşhis kampanyaları sonrası, tedavisi gereken dev bir hasta potansiyeli keşfedilir. Bu zengin maden yatağı ilâç, teknoloji ve hizmet sektörü için piyangodan çıkan büyük ikramiyedir. Satışlarda patlama yaşanır. Böylece sektör yeni bir kampanya için gerekli enerjiyi fazlasıyla toplamış olur. Eskiden hipertansiyon bu kadar yaygın değildi. Koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği, diyabet ve metabolik hastalık tablosu, kanserden depresyona günümüzde sık görülen daha bir sürü hastalıkta bu kadar yaygın değildi. Tedavide ise bugün kullandığımız modern ilâçların çoğu yoktu. Hasta sayısı az olmasına rağmen doktora, hastaneye ve ilâca ulaşmakta kolay değildi. Geçen 30-40 yılda sağlık ve ilaç sektörü çok büyük gelişmeler kaydetti. Bugün artık mükemmel diyebileceğimiz yüzlerce ilâca sahibiz. Her çeşit inceleme ve tedavinin yapıldığı dev hastanelerimiz mahalle aralarına kadar yayılmış durumda. Herkes canı istediğinde istediği hastane ve doktora gidebiliyor. Sağlığa harcadığımız para ise son 15 yılda % 500 artmış. Bunca bilimsel ve teknolojik ilerlemeye ve sağlığa harcadığımız milyarlarca dolara rağmen, hem hasta sayısı hızla artıyor, hem de yaygın sağlık sorunlarının tedavisinde başarılı olamıyoruz. Burada bir çelişki yok mu? Hastaların %70-80’inde hedeflenen tedavide başarılı değiliz. Hipertansiyon, koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği, diyabet ve şişman hasta sayısı rekor düzeyde artmış, âdeta bir salgına dönüşmüş. Şeker, tansiyon hastaları ile Hepatit B- C taşıyıcıları hızla artıyor.” (http://dengeli.com/doc.dr.kemal_yesilcimen/saglikta_kuresel_oyunlar.html)
Ne ilim, ne teknolojik ilerlemeler, ne mahalle aralarına kadar yayılan dev hastaneler, ne Şehir hastaneleri sağlıktaki durumumuzu değiştiremiyor. Çünkü bu alanda küresel güçler büyük oyunlar sahneliyor.
Küresel çetelerin sağlık sektöründeki oyunları bazı insaflı doktorları isyan ettiriyor. Bizler de onların sayesinde bu alanda ne olup bittiğini görme imkânına sahip oluyoruz.
Bu insaflı doktorlardan biri “Adamın Biri Doktora Gitmiş. Gidiş O Gidiş” kitabının yazarı Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta’dır. İronik bir dille kaleme aldığı kitabında modern tıbbın hatalardan, problemlerden ve küresel çetelerin elinde bulunan ilaç sektörünün elinde oyuncak olmaktan kurtulamadığını şu sözlerle dile getiriyor:
“Her şeyden önce modern Tıp, ilâç endüstrisinin esiri olmuş durumda. Neredeyse tüm kongreler, sempozyumlar, seminerler, tıbbî araştırmalar onların malî katkılarıyla yapılıyor. Tıp dergileri, Tıp dernekleri onların destekleriyle ayakta duruyor. Mezuniyet sonrası eğitim bile onların elinde. İlaç endüstrisi sponsorluk, promosyon, reklam konusunda kendi değimleriyle hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyor! Bu anlamda modern tıbbın ilâç endüstrisi karşısında gazozuna ilâç konmuş kızlardan hiç farkı yok. İlâç endüstrisi için daha fazla kâr etmek adına her şey mubah. Dünyanın en büyük ilâç üreticisine bilim dünyasını açıkça aldatmak ve bilimsel gerçekleri gizlemek gibi taammüden adam öldürmekten farksız ağır bir suçlama ile dava açılıyor. Koruyucu ve önleyici hekimlik kitaplardan siliniyor. Tedavi seçimi, zamanı, dozlar ilâç endüstrisinin kurmayları tarafından belirleniyor. Yeni ilâçlar için uydurma hastalıklar geliştiriliyor. Sağlık piyasalaşıyor, sağlık-hastalık para ile ölçülüyor. Hasta hekim ilişkisi satıcıtüketici ilişkisine dönüşüyor.”Adamın Biri Doktora Gitmiş. Gidiş O Gidiş, Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, Hayykitap, 2009)
Ne yazık ki küresel çeteler sağlık sektörünü sağlıksız yaşam tarzıyla hasta ederken de, sağlıklı olma ayrıcalığını sunarken de çok geniş bir oyun alanı meydana getiriyor.
Doç. Dr. Kemal Yeşilçimen, Küçükusta’nın kaldığı yerden makalesinde şöyle devam ediyor:
“Küresel sağlık anlayışı, hastalık üreten yaşam tarzının daima sonuçlarıyla ilgilenir. Sonuçları düzeltmek için araştırmalar ve keşifler yapar, çözümler üretir. Çünkü sonuçlarla uğraşmak karlı bir iştir; altın yumurtlayan trilyon dolarlık dev bir sektördür. Hastalık üreten yaşam tarzının sebeplerini ortadan kaldırmak ise, altın yumurtlayan tavuğu kesmektir. Hastalık üreten yaşam tarzının doğal sonucu olan hasta sayısındaki patlama, trilyon dolarlık sağlık sektörünün can damarıdır. Sektörün yıllık cirosu bir kaç trilyon doları geçiyor. Küresel çeteler bu verimli kaynağın değerlendirilmesi için ne gerekiyorsa yapıyor. Bir taraftan hastalık üreten yaşam tarzının pompalanması, diğer taraftan hasta edilen bu verimli madenlerin işletilmesi küresel sistemin yaşam kaynağıdır. Hastalıkların önlenmesine yönelik kampanyalar bu sektör için çok zararlıdır. Çünkü hastalıkların önlenmesine harcanan her kuruş hasta sayısını azalttığı için, hastalık madenlerinin işlenmesiyle büyüyen bu dev sektör çökecektir.” (http://www.kemalyesilcimen.com/)
İlâç sektöründeki küresel oyunun sonuçlarını tahmin etmek bile güç görünüyor.
İlâçta sektöründe dönen uluslararası oyunlarla ilgili en ilginç dosyalardan biri geçtiğimiz yıllarda ünlü Alman Dergisi Der Spiegel’de yayınlandı. Derginin haberine göre birçok hastalık bizzat ilâç firmaları ve doktorlar tarafından uyduruldu ve bu hastalığın ilacı da hastalıkla beraber üretildi.
Bugün gelişmiş ülkelerde yeni hastalıkların tanısında önemli bir patlama yaşanıyor. Bulaşıcı hastalık, hastalık tablosu, çeşitli bozukluklar vb. gibi yaklaşık olarak 30-40 bin civarında yeni hastalık keşfedildiği söyleniyor. Artık her hastalığın bir ilâcı olduğu gibi her ilâcın da bir hastalığı var! Bu gelişme İngilizce dilinde “Disease mongering” yani “Hastalık ticareti” gibi bir isim bile bulmuş.
ŞİMDİKİ OYUNCAKLARI COVİT 19
Bugün dünya böyle bir hastalık ticaretinin küresel çapta yansımasını yaşıyor. Adı “Covit 19” olan bir virüs bütün dünyayı kasıp kavuruyor. Virüsün tespiti için kullanılan testleri üreten firmalar adeta köşeyi dönüyor. Testleri üreten firmalar bugünlerde “Covit 19”u yok etmek için harıl harıl aşı çalışması da yapıyor. Hatta bazıları yaptıkları aşıları şimdiden bütün dünyaya pazarlamaya başladılar bile.
Küresel çeteler önce hastalığı üretiyor, piyasaya sürüyor sonra da güya insanlığa hizmet etmek için piyasaya sürdükleri hastalığın ilacını veya aşısını bulup satıyor.
Libya lideri Kaddafi 24 Eylül 2009 tarihinde Birleşmiş Milletlerde yaptığı konuşmanın bir bölümünde küresel çetelerin nasıl bir oyun oynadıklarını şu sözleriyle dile getirmişti:
“Bu küresel çeteler önce virüs yayacak. Virüsün bütün dünyaya yayılmasını sağlayıp sonra da size aşısını satacaklar. Böylece kapitalist şirketler ve para baronları kazanç çok büyük gelir sağlayacak. Fakat bunu aldatarak yapacaklar. Önce piyasaya sürdükleri hastalığa çözüm bulmak zaman alacakmış gibi davranırlar. Herkes çözüm bulma çabasındaymış gibi davranacaklar. Oysa çözüm zaten kendi ellerinde bulunuyor.”
Kaddafi’nin dediklerini tam da bu günlerde yaşıyoruz. ABD, “Covit 19” isimli virüsün Çin’den yayıldığını iddia ederken Çin aksine ABD’den yayıldığını ileri sürüyor.
Çok garip bir durumla karşı karşıya bulunuyoruz. Dün, “Dünya nüfusu çoğaldı, yarısı ölmeli” diyenlerle bugün, “Size aşı yapıyoruz. Vurulursanız ölümden kurtulursunuz.” diyenler ne yazık ki aynı küresel çetenin mensuplarından oluşuyor.
Küresel çeteler kendi hegemonyalarında “Yeni bir Dünya devleti” kurmak istiyor ve geçmişte Sars, Kuş Gribi, Domuz Gribi, AİDS ve benzeri hastalıkları kullanırken şimdilerde Korona grubundan “Covit 19” virüsünü kullanıyor. Bu “Yeni dünya devletinin” insan modelinin nasıl olması gerektiği ise şöyle pompalanıyor:”
“Maskeni tak, aşını ol, çiplen, çeneni kapat, itiraz etme ve itaat et.”
Güya dünya asğlığını kollamak ve korumak için kurulan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) maalesef bu küresel çetelerin yuvalandıkları bir inden başkası değil. Zaten geçmişi de sabıkalı bir örgüt. Küresel çetelerin hegemonyasında hareket eden DSÖ dünyanın sömürülmesi için aracı bir kurum olarak kullanılıyor.
Bugün küresel çetelerin ABD’yi gözden çıkardığı iddia ediliyor. Bu sebeple küresel sermayenin yeni gözdesi Çin olarak kabul ediliyor.
İşte bugün dünyayı taşıp kavuran “Covit 19” isimli virüsün arkasından da Çin çıkıyor.
Virüsü yayan Çin ama dünyada bugün neredeyse hiç vaka olmayan ülke de Çin. Bunu nasıl başardı bir sır!
Bu sırrın şifreleri belki de şu formülde yatıyor:
“Covit 19 virüsünün tespiti için gerekli olan milyonlarca testi üreten Çin. Bugün Covit 19 için öncelikle aşı bulduğunu söyleyen ülkelerin başında da yine Çin geliyor.”
Ülkemiz de Çin’den 50 milyon aşı almak için anlaşma yaptı.
İnsanın aklına ister istemez şu sorular geliyor:
Çin aşıyı ne zaman buldu? Ne zaman faz çalışmaları yapıldı ve sonuçları hangi ilmi dergilerde yayınlandı?
Aşıyı bulduğu iddia edilen ülkelerden biri de ABD.
Çin’den alınacak “m RNA” aşısının nesiller üzerinde genetik yolla iz bırakacağı söyleniyor. Bu alanda nasıl izler bıraktığı hususunda ilmi araştırmalar yapıldı mı?
Yoksa ülkemiz insanları küresel çetelerin ürettikleri ilaçlar için kobay olarak mı kullanılıyor? İlaç üreten küresel şirketlerin bazı gelişmemiş ülkeleri ürettikleri ilaçların tesirini görmek için kobay olarak kullandıkları herkesin bildiği bir gerçek.
Bizden başka bu aşıyı yaptıracak kaç ülke var?
ABD, İngiltere, Rusya, Almanya gibi ülkeler neden bu aşıyı kullanmıyor?
Aşı çalışmalarının maliyetini inceleyen bir araştırmada, laboratuvar aşaması sürecinin çok değişken olduğu, ancak deney aşamalarına geçildiğinde ortalama 5 yıl içerisinde sonuç alınabileceği söyleniyor.
1996 yılında yapılan bir araştırmaya göre ise aşı çalışmaları en başından en sonuna kadar en az on yıl sürebildiği ortaya konmuş.
Bir aşının tesirli şekle gelebilmesi için ilim adamları şöyle bir zaman çizelgesi yapıyor:
Laboratuvar çalışmaları: 2-3 yıl.
Faz 1: Ortalama 2 yıl.
Faz 2: ortalama 1.5 yıl.
Faz 3: ortalama 1-1.5 yıl.
Tescil öncesi çalışmalar: Ortalama bir yıl
Tescil çalışmaları: En az bir yıl
Geçmişte aşıların bulunma zamanlarına bir göz attığımızda “Covit 19” virüsünün aşısı için çabuk davrandığımız hissine kapılıyorum.
Aşıların bulunma zamanları ile ilgili tablo şöyle:
1838 Tifo aşısı 58 yılda,
1854 Kolera aşısı 30 yılda,
1881 Kuduz aşısı 4 yılda,
1884 Tetanos aşısı 40 yılda,
1900 Tüberküloz yani Verem aşısı 63 yıl da,
1906 Menenjit aşısı 68 yılda,
1931 Grip aşısı 14 yıl da (Şimdi işe yaramıyor),
1935 Çocuk felci aşısı 20 yılda,
1954 Suçiçeği aşısı 34 yılda,
1962 Kızamıkçık aşısı 7 yılda bulunmuş.
Ortalıkta olup da aşısı bulunamayan hastalıklar da var:
1976’da çıkan Ebola virüsü,
1981’de AİDS,
2003’te Sars,
2013’te Mers,
2014’te Kuş gribi
2015’te Domuz Gribi virüslerinin henüz aşıları bulunmuş değil.
Şimdi ister istemez sormak zorunda kalıyoruz:
“Covit 19 virüsünün aşısı için yapılan çalışmalar nasıl 6 ayda sonuçlandı?”
Geçenlerde bir profesör sosyal medyada milletin “bilim adamlarına inancının olmadığını” söylüyor. Böyle bilim yerine filim çeviren bir sisteme bu millet niye inansın ki?
Bugün “Covit 19” virüsü üzerinden küresel çeteler tarafından oynanan oyunun neredeyse aynıları geçmiş dönemlerde de oynandı. Mesela bir Domuz gribi vardı. Güya insanlara bulaşacak ve dünya nüfusunun yarısını öldürecekti. Ne oldu? Nereye gitti Domuz gribi?
Görünen o ki küresel çeteler insanlığın sağlığıyla oynuyor ve bu alandan çok büyük paralar kazanıyor.
Şunu açık biçimde söylemek istiyorum ki; “Yeni bir dünya devleti” kurmak isteyen küresel çeteler bu virüsü hedeflerine ulaşmak için biyolojik bir silah olarak üretmekten asla çekinmezler.
Gayeleri, insanları birbirinden uzak tutarak sosyalleşmeyi engellemek, belki de robotik, asosyal ve kendisini eve kapayan sanala kitlenmiş ve kontrolü kolay bir insan tipi oluşturmak.
Bakın bunlar acaba birer tesadüf olabilir mi?
“Çin’deki Vuhan laboratuvarlarının sahibi Glaxo; ne tesadüf ki o da aynı aşıyı bulan Pfizer’in sahibi. Yine ne tesadüf ki; bu firma hem Soros’un finans yönetimini yapıyor, hem de Open Foundation Society’sinin.. Vuhan laboratuvarlarının inşasını yapan ünlü Alman şirketi Winterdhur’un da finansmanı da ondan soruluyor. Ve yine ne kadar ilginç tesadüf ki o şirketi de Alman Allianz satın aldı. Onunda en büyük hissedarı dev Vanguart şirketi. O da dünya sermayesinin 2/3ünün idaresini elinde tutan Black Rock’un hissedarı. Aynı zamanda Microsoft ile Bill Gates’in büyük hissedarlarından ve aynı zamanda Pfizer’in de hissedarı.”
O Bill Gates ki; dünya nüfusunun çok fazla olduğunu ve bir milyara düşürülmesi gerektiğini söyleyen Küresel çetenin en önemli adamlarından biri.
Şimdi bunların hepsine tesadüf demek için insanın geri zekâlı olması gerekmez mi?
Bu küresel çetenin insanlardan istedikleri:
“MASKENİ TAK, AŞINI OL, ÇİPLEN, ÇENENİ KAPAT, İTİRAZ ETME VE İTAAT ET.”
Kullandıkları sloganları ise şöyle:
“TEK DÜNYA DEVLETİ, TEK DİJİTAL PARA, TEK DÜNYA MİLLETİ VE TEK DÜNYA DİNİ.”
Dünyanın kurtuluşu için beklenen ümidi olan Türk milleti olarak bu küresel çetenin oyununu bozmalıyız. Aksi halde kendilerini dünyanın sahibi zanneden bu hastalıklı ruhlar insanlığı sonunu getireceklerdir.
Hep birden bizi sloganımız da şu olsun:
“DÜNYAYI PİS EMELLERİNE ALET ETMEYE ÇALIŞAN KÜRESEL ÇETELERİ YOK EDENE MÜCADELEYE DEVAM.”