Kısmet olursa yakında “Dini Cehalet ve Çıkış Yolu” isimli bir kitabım yayınlanacak. Yayınlanan kitaplarımdan, sosyal medya hesaplarımdan, sohbetlerimden beni takip edenler ekonomik sıkıntılar ve terör kadar hatta onlardan daha öncelikli olarak dini alandaki cehaletten söz ettiğimin farkında olmalıdırlar. Çünkü peşin hükümlü ve saplantılı olmadan bir değerlendirme yapıldığında zaten ne demek istediğim anlaşılacaktır. Esasen ekonomik sıkıntılar ve terör olaylarının temelinde de dini alandaki cehaletin yattığı açıktır.
İktidar durumun farkında olduğu için bu cehaleti adeta tepe tepe kullanıyor, muhalefet ise korkusundan adeta seyrediyor. “Korkusundan” diyorum, çünkü Türkiye’nin adeta bir tarikatlar ve cemaatler yurdu haline gelmiş/getirilmiş olması, onların birer oy deposu olarak görülmesi de siyasilerin bu yola girmelerinde önemli bir rol oynuyor. Onun içindir ki o gruplara sınırsız imkanlar tanınıyor, belediyeler ve kamu kuruluşları eliyle yerler, binalar veriliyor, başka imkanlar sağlanıyor. Hatta Millî Eğitim Bakanlığı kendi öğretmenlerine güvenmeyip rencide edercesine birtakım gruplarla protokoller imzalayıp okullara sokuyor. Bu yapılırken bunca İlahiyat Fakültesi, bunca Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni ne yapıyor ne işe yarıyor bilmiyorum.
Hal böyle olunca da meydanı boş bulan, nasıl olsa koruyup kollanacaklarına güvenen birtakım kişi ve gruplar açıktan şeriat ve hilafet çağrısı yapmaya yelteniyorlar.
Halifelik meselesi ile ilgili pek çok yazı yazıp yayınladım Onun için artık o konuya girmek istemiyorum. Google Amca’ya yazarak, “Halifelik Rüyası Görenler Uyanın Artık Sabah Oldu” başlıklı yazım bulunup okunursa Bütün Yönleriyle Halifelik hakkında etraflı bilgi alınabilir. Yine de şu kadarını yazmalıyım:
Türkiyemizi karıştırmak isteyen, Türk Milleti ile derdi olan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin değerlerine düşman olan bazı gruplarla bu gruplara yardakçılık yapıp nemalanmak isteyen birtakım kişiler arada bir “Hilafet gelmeli, gelecek” deyip duruyorlar. Oysa bilmiyorlar ki Halifelik kandır, göz yaşıdır, kafa kesmek, boyun uçurmaktır. İlk Dört Halife’nin üçü öldürülmüş, Peygamber Efendimizin Hanımı ile Yeğeni savaşmış, torunları katledilmişlerdir. Günümüzün dağınıklığı içinde olan İslam aleminde Halifelik iddiasında bulunmak ise baştan aşağı bütün İslam beldelerini kan denizinde boğmaktan başka bir sonuç vermeyecektir. Satır satır, kelime kelime İslam Tarihi’ni asıl kaynağından okuduğum için bunu çok iyi biliyor ve iddia ediyorum. (Dileyen ya da merak edenler Selçuklu Atabeylerinden Nurettin Zengi döneminde Selahaddin Eyyubi ile aynı ortamda bulunan İbnü’l Esir’in 10 ciltlik tarihini bulup gerçekleri öğrenebilirler.)
Teferruata gerek yok, İslam ülkelerinin durumu ortadadır. Kaldı ki “Halifelik” Allah’ın emri değildir çünkü Kur’an-ı Kerim’de böyle bir hüküm yoktur. Peygamberimizin de böyle bir Hadis-i Şerifi yok, bir tavsiyesi olmamış. O’nun vefatından sonra bocalayan Müslümanlar işlerin yürüyüp düzenin bozulmaması için başlarına bir yönetici seçmiş, ona da “Halife” demişlerdir. Zaten özellikle ilk dört halifeden sonra o makam siyasi bir kimliğe bürünüp kapanın elinde kalmış, babadan oğula geçmiş ve yapılan uygulamalarla Peygamberimizin kemikleri sızlatılıp ruhu incitilmiştir.
Geçelim “Şeriat” meselesine…
En son, Atatürk’e hakaret eden birinin tahliyesi sırasında Adliye koridorlarıyla İstanbul’da bizzat Cumhurbaşkanı’nın aile fertlerinin öncülüğünde düzenlenen Filistin Mitinginde Şeriat ve Hilafet çağrıları yankılandı.
Ve nihayet Diyanet Akademisi Başkanlığı 1. Dönem Aday Din Görevlileri Mezuniyet Merasimi'nde konuşan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, adliye koridorlarında şeriat sloganları atan ve mitinglerde hilafet bayrağı açan gruplara sahip çıkması olarak yorumlanan ifadeler kullandı:
“Farklı maskeler altında şeriat düşmanlığı var. İslam'ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık esasında dinin bizatihi kendisine husumettir. İnanıp inanmamak, yaşayıp yaşamamak elbette bir tercih meselesidir. Ama dinin emirlerine dil uzatmak başka bir konudur.”
Şeriatın sözlük anlamı kısaca “İslam Kanunu, İslam Hukuku” olarak ifade ediliyor. Buna kimsenin itirazı yok. İslamiyet’te Allah’la kul arasına kimse giremez; hatta devlet bile. Yani Şeriat kanunları, İslam Hukuku Allah’la kul arasındadır. İtiraz, “Şeriat” diye ortaya dökülen birtakım ne idüğü belirsiz kişi ve grupların tavırlarına, davranışlarına, dayatmalarına ve yaşanan bunca örnekle anlaşılan niyetlerine karşıdır.
Büyük Din alimlerimizden Ömer Nasuhi Bilmen, “Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu” adlı eserinde şu ifadelere yer veriyor:
“Şeriat, din lisanında, Cenab-ı Hakk'ın, KULLARI İÇİN vazetmiş olduğu dini, dünyevi ahkamının heyet-i mecmuasıdır. Bu itibarla şeriat, din ile müradif (eş anlamlı) olup, hem ahkam-ı asliye denilen itikadiyatı, hem ahkam-ı fer'iye-i ameliye denilen ibadet, ahlak ve muamelatı ihtiva eder.”
Yine büyük din alimlerimizden Elmalılı Hamdi Yazır da şeriat için benzer ifadeler kullanıyor.
Anlaşılacağı üzere Şeriat bir devlet idaresi değil, fertlerin Allah'a karşı sorumluluklarıdır. İslam'a en uygun yönetim biçimi ise gereği gibi uygulanan Cumhuriyet idaresidir.
Artık iyice anlaşılmalıdır ki din devletler için değil insanlar içindir ve Dinde zorlama yoktur/La ikraha fi’ddin. (Bakara Suresi, ayet 256) Dolayısıyla dini kurallara uymak insanların tercihine bırakılmıştır. Devlete düşen görev ise din ve vicdan hürriyeti ile birlikte vatandaşlarının bütün haklarını korumaktır. Sokaklarda “Şeriat, şeriat” diye bağıranlar kendi yaşayışlarında buna uyar ve örnek bir hayat sürdürürlerse bağırıp çağırmalarına gerek kalmaz. Çünkü Türkiye’de ve dünyada “Şeriat şeriat”, “Hilafet Hilafet” diye ortalığı velveleye verenler insanlığı dinden diyanetten soğutuyor, tiksindiriyor.
Sayın Cumhurbaşkanı din görevlilerine hitap ederken söylediği şu ifadeler çok doğru değil mi?
“Buradaki her bir kardeşim iyi biliyor ki ‘hayat boşluk kabul etmez’ Sizin bıraktığınız her boşluk FETÖ terör örgütleri, zehir tacirleri, sosyal medya terörleri, sapkın ve sapık akımlar tarafından mutlaka doldurulacaktır. Yakın zamanda bunun örneğine bizzat şahitlik ettik. Kimi zaman kandırdıkları kimi zaman dağa kaçırdıkları gençleri kendi ülkesine düşman ettiler. PKK belasının arkasında cehalet var. DEAŞ’lı canilerin istismar alanı dinimizin mukaddes kavramlarıdır. Çağımızın haşhaşisi FETÖ’cüler yıllarca insan devşirmiştir. 15 Temmuz, hoca kılıklı bir sahtekarın ülkemize ne kadar büyük zarar verebileceğinin en son örneğidir. Böyle bir facianın tekrar yaşanmasına müsaade edemeyiz Hiçbir evladımız ihanet şebekesinin eline düşemez. Tek bir evladımızın terör örgütlerinin eline düşmesine izin veremeyiz.”
Evet öyle de “Hayatın kabul etmeyeceği boşluk” şimdi kimler tarafından dolduruluyor? Sanki Fetö belası yaşanmamış gibi şu tarikatı bu cemaati, şu grubu bu grubu ile bizzat devlet kurumları nasıl iş birliği yapıyor ve onlarla nasıl protokoller imzalanıp okullara sokuluyorlar? Yarın onların da başa bela olmayacaklarını kim garanti edebiliyor? Değerler Eğitimi verilecekse Milli Eğitim’in kendi öğretmenlerine niye verdirilmiyor? Siyaset kurumu tarikat, cemaat ve grupları oy deposu olarak görmeyi bırakmadıktan sonra bu işin sonunun gelmeyeceği açıktır.