ABD başkanlık seçimleri 1792 yılından bu yana dört yılda bir Kasım ayında yapılıyor.
Bu kural Amerikan İç Savaşı, İkinci Dünya Savaşı ve 11 Eylül saldırısı sonrasında bile bozulmadı. Amerikan siyasetinde erken seçim diye olgu yok.
Amerikalılar, ulusal güvenlik tehditleri, kamu sağlığı ve doğal felaketler söz konusu olduğunda olağan üstü hal ilan ediyorlar. Federal hükümet ve başkana et yetkiler tanıyorlar: Federal kaynakların mobilizasyonu; kanun ve yasa güçlendirmek, ihracat, ticaret ve ekonomik kısıtlamalar; askeri kullanım, seyahat ve ulaşım kontrolleri. Bu yetkiler neredeyse demokrasi ile yönetilen ve benzer tehdit ile karşılan birçok ülkede aşağı yukarı aynıdır. Önemli olan bu yetkileri kullanırken uyulacak sınırlardır. Yine ABD örneğinden devam edersek bu sınırlar şöyledir: Başkanın anayasal haklara, kongre denetimine, federal mahkeme kararlarına, ulusal acil durumlar yasasına uyması yani kongreye rapor sunması gereklidir.
Yukarıdaki ABD örneğini, Türkiye’nin de benzer bir yönetim sistemi (isme takılmadan) kullanıyor olmasından, ülkemizde yakın dönemde yaşanan deprem felaketinden, geçici sığınmacı, düzensiz göçmen ve terörün milli güvenlik sorunu oluşturmasından dolayı verdim. Gerçi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi özel bir durum gerektirmeden Cumhurbaşkanına yukardaki yetkileri kanun hükmünde kararname yayınlamak suretiyle zaten tanıyor. Bizdeki fark yetkilerin sınırları noktasında, bağımsız yargı, özgür basın, kişisel hakların ve özgürlüklerin kullanımı ve anayasal düzenin, yasama ve yürütme yetkisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından fiilen kullanılmamasındandır.
Ülkemiz demokrasi tarihi çok partili sisteme geçiş, erken seçimler ve darbeler ile devam eder. Seçme ve seçilme hakkı kişisel hakların elbette en önemli olanlarındandır ancak seçim yapabilmek yani tercih ile fark ortaya koyabilmek seçilecek kişi kadar seçmen kitlesinin niteliği ve nicel orak kazanımları ile ilgilidir. Açlıktan ya da susuzluktan ölmek üzere olan bir kişiye ne verirsen onu kabul eder; kuru ekmek ve temiz- pis ayrımı yapmaksızın biraz su gibi.
Başta ekonomik koşullar ve eğitim olmak üzere, nerede ve kimlerle yaşamak zorunda bırakıldığından tutunda toplum mühendisliğinin en acımasız baskısına maruz kalmak, din ve mezhep üzerinden yürütülen siyaset ve etnik milliyetçiliğin siyasette anahtar rol oynaması en nihayetinde seçmen tercihinin reel olarak sandığa yansımadığı olarak görülebilir. Yapılan birçok ankette görülüyor ki en basit soruda bile kararsız oranı nerdeyse %20’ler de. Sorun bilinçli seçmen mi kararsız yoksa metafor olarak kuru ekmeğe razı olan ölmek üzere olan mı?
Başa döner Amerika’ya bakarsak, ABD Great Power (Büyük Güç) statüsündeyken, Türkiye Aspiring Power (Yükselme Hedefinde’ki Güç) statüsündedir. Amerika çok uluslu bir devlettir ama tüm vatandaşları Amerikan Anayasasına bağlı Amerikan Vatandaşlarıdır. Askeri gücün ötesinde dünyanın en büyük ekonomisinin bir parçasıdırlar. Demokrasi kurumu hiçbir koşulda aksamamış ve özgürlükler ülkesi olmanın haklı övüncünü yaşamaktadırlar. Ülkemize gelirce son yıllarda ülkemize doluşturulan farklı milletlerden insanları ve on yıllardır etnik milliyetçilik yapan Kürt kökenli terör gurupları ile Amerika’ya çok uluslu yapılmaya çalışılan halimiz ile benzemekteyiz. Ne ekonomi ne özgürlükler ne de adil işlemeyen hukuk sistemimiz ile sadece ‘yönetim sistemi’ noktasında kötü bir replika gibi görülüyoruz.
Tüm olumsuzluklara karşın; gecenin en karanlık olduğu ya da en dibe vurduğumuz yerdeyiz evet ama tan ağrır ve battığımız yerden tekrar ayağa kalka biliriz daha önce çok kez yaptığımız gibi... En sıkıntılı anlar en büyük liderleri çıkarmıştır. İhtiyacımız olan güveni, huzuru verecek, liyakat ve dirayet sahibi Soft Power (Sakin Güç), hemen gözümüzün önünde, bizim ve ülkemizin kalbindedir. Umutsuz değiliz hatta çok uzağız.