Tuhaf ama TRT’de okuryazar kalmamış olabilir mi?
Önemli bir gün, bir hafta, bir bayram geçmiyor ki TRT’de bir altyazı ya da yayıncı ifadesi ile KJ skandalı patlak vermesin!
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile ilgili haber programlar yayınlanırken fonda büyük harflerle özene bezene hazırlanan 19 MAYIS CUMHURİYET BAYRAMI KUTLU OLSUN yazısının görünmesi oldukça dikkat çekmişti. Normalde böyle bir yanlışlık yapıldığı anda hepsinin de okuryazar olması gereken Yayın Yönetmeni, teknik personel, resim seçici, sesçi, kameraman ya da spiker.. her ne ise ve her kim ise reji odasını uyarır değil mi? Uyarmıyor ya da uyarıldı ve değiştirilmedi ise bilmiyoruz, bilemiyoruz çünkü orada değildik.
Hadi bir program böyle geçti. Olmaz, olmaması gerekir ya, oldu diyelim. Aynı gün farklı bir programda yine, bir başkasında yine ve bazı görgü tanıklarının ifadesine göre beş ayrı programda aynı fonun kullanılması akıl kârı değildir. İlimle, bilgi ile kültürle bağdaşmaz.
Hani bazı kanallar ya da yutup üzerinden yayın yapanların sokak röportajlarında sorulan basit ve herkesin bilmesi gereken sorulara alâkasız cevaplar alınması gibi bir şey. Buna cehalet bile denemez. “İhanet” diyeceğim de, Türkiye’de radyo – televizyon yayıncılığının okulu olarak bilinen bir kuruma yakıştıramıyorum ama hiç değilse sorumsuzluk olduğunu ifade etmeliyim.
Ondan sonra da, “Aman TRT’ye inanıp da kurbanlık almaya kalkmayın; bu gelen Ramazan Bayramı” gibi ne espriler yapıldığını bilirsiniz!
Azerbaycan, 28 – 30 yıllık Ermenistan zulmüne son vererek işgal altındaki topraklarını kurtarmak için başarılı operasyonlar yapıyor, işgal edilen beldelerini bir bir kurtarırken askeri başarı gösteremeyen Ermenistan da uzaktan füzeler göndererek doğrudan sivilleri hedef alıyordu. Ama o da ne? TRT’de yine bir altyazı skandalı: “Azerbaycan sivillere saldırıyor!”
Artık “Bu kadar da olmaz” denen ne varsa oluyor; hem de hiç olmaması gereken TRT’de! Bu yalnızca KJ sorumlusunun basit bir hatası değildir artık. Yayıncılık ilkelerini, Milli Güvenliğimizi, İçişleri Bakanlığı’nı, Dışişleri Bakanlığı’nı, Milli Savunma Bakanlığı’nı, Cumhurbaşkanlığı’nı, Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, AGİT-MİNSK grubu ve tekmili birden uluslararası ilişkileri ilgilendiren bir skandaldır!
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda “19 Mayıs Cumhuriyet Bayramı’nın kutlanması” konusunda TRT “özür dilemiş” ve ilgililer için soruşturma açıldığını açıklamıştı. Azerbaycan – Ermenistan konusunda da yine özür dinlenerek yazıyı aksettirenin “kurumdan uzaklaştırıldığı” ifade edildi. Hani “Özürü kabahatinden büyük” diye bir deyimimiz var ya, TRT de kabahatlerini özürlerle geçiştirmeye çalışıyor. Özür ya da ilişik kesme çare değil ki! Asıl mesele bu işlerin, bu hataların, bu keşmekeşliğin oluyor ve tekrar ediliyor olması.
Demek ki kurumun yönetiminde, personel politikasında, teknik işleyişte bir sıkıntı var. Demek ki liyakati gözetip işi ehline verme prensibi artık çöpe atılmış.
Bütün bunlar konuşulup dururken Cumhurbaşkanı salgın konusunda açıklamalar yaparken ve İstanbul’daki vaka artışlarından söz ederken ekranda, şifresi bir türlü çözülemeyen harfler zinciri beliriyor: “Ööööööiiiiiiiii!!!!!!!.....”
Aradan bir hafta geçiyor, geçmiyor ve 10 Kasım günündeyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük Atatürk’ün ölüm yıldönümü… Anıtkabir’de yapılan törenler sırasında, Cumhurbaşkanı da ekranda iken yine bir altyazı faciası: “Devletin zirvesi ATANITKABİR’deydi!”
Bu yazıyı gören herkeste ster istemez bir çağrışım dalgalanarak Atatürk düşmanlığından tescilli AKİT TV’de çıkan “AnırKkabir” saçmalığı akıllara geldi. Yılların yayın kuruluşu olan ve bir zamanlar “Yayıncılığın Okulu” olarak bilinen ve gerçekten de öyle olan TRT’nin AKİT TV gibi güdümlü ve kasıtlı yayın yapan amatör bir kanal seviyesine düşürülmesi aklın alacağı bir iş değildir.
TRT Genel Müdürü Sayın İbrahim Eren…
Ben, on iki yıl Milli Eğitim’de, otuz yıl da TRT’de görev yaptıktan sonra 2016 yılı sonunda yaş haddinden dolayı emekli olan bir yayıncıyım. Ağırlıklı olarak radyo yayıncılığında görev almakla birlikte bazı televizyon programlarına da emek verdim. Bizim zamanımızda elbette kutuplaşmalar, sağ – sol akımların etkileri olmuştu ama yayın ilkeleri ile yasa ve yönetmeliklere sıkı bir bağlılık vardı. TRT kadrolarında görev alacak personel ciddiyetle yapılan sınavlardan sonra alınır ve ayrıca üç – beş ay eğitime tabi tutulduktan sonra ara sınavlara da tabi tutularak işe başlatılırlardı. Bir Yardımcı Prodüktörlük, bir Stajyer Spikerlik vardı mesela. Eski yapımcı ve spikerlerden hâlâ kalan varsa kurumunuzda ne safhalardan geçerek geldiklerini sorup öğrenin lütfen. “Hâlâ kalan varsa” diyorum; çünkü teşvik uygulaması, olmadı İFP saçmalığı derken maalesef kurumun hafızası ve tecrübesi yok edildi. Zaten İFP uygulamasının usulsüz olduğu mahkemeler tarafından da belgelenmiş durumda. Liyakat, mesleki yeterlilik, eğitim, kültür, sınav gibi unsurlar dikkate alınmadığı ve kitabına uydurulduğu için de konuştuğu uzman kişi “Restorasyon” derken inatla “Resterasyon” diyen muhabirler, “Helal etmek”le “Halel getirmeyi” ayırt edemeyen spikerler, program metni yazmayı beceremeyen yapımcılar türedi.
Beş yılı Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde olmak üzere az 35 yıl yayının içinde bulunan biri olarak radyo dinlerken, televizyon seyrederken kulağımı tırmalayan, yanlış vurgulanan kelimelerden, söyleyişlerden rahatsız oluyorum. Bütün bunlar eğitimsizlikten, kültürsüzlükten kaynaklanıyor. Onun için her önüne gelene mikrofon verilmemeli, “Haberi TRT veriyorsa gerçektir” ya da “O kelimeyi TRT spikeri öyle telaffuz etmişse doğrusu odur” anlayışının yeniden geri getirilmesi ve düzenlemelerin buna göre yapılması gerekir. Ayrı bir konu olduğu için burada haber programlardaki tarafgirlikten, cevap hakkı doğuran konulara girilmesinden ve konuk seçimlerindeki isabetsizliklerden söz etmiyorum.
Allah’tan, emekliliğe zorlamak için verilen teşviklerden ve İhtiyaç Fazlası Personel (İFP) durumunda olmadan kanuni hizmet süremi tamamlayarak izzet-i ikbal ile emekli olduğum için bunları gönül rahatlığı ile yazabiliyorum. Yani bir kızgınlığım, alınganlığım yok. Gördüğüm ve bildiğim kadarı ile sizden önceki dönemlerden başlayarak kurumun personel politikası tamamen değişti. Rasgele kurumlardan rasgele geçişler oldu, siyasilerin yakınları, aracılık ettikleri kişiler özelliği olan ve “Temininde güçlük çekilen” olarak nitelendirilen kadrolara paraşütle iner gibi getirildiler.
Yanlış yaparak kurumu zor durumda bırakanlar elbette cezalandırılmalıdırlar ama yönetim kadrosu da “Neden böyle oluyor?” “Biz nerede yanlış yaptık?” “Bunların tekrar etmemesi için ne yapabiliriz?” gibi pek çok soru ile kendilerini siygaya çekmelidirler.
Bu yapılır ve TRT, olması gerektiği gibi siyasetin gölgesinden de çekilerek liyakate önem vermeye başlarsa eski günlerine dönebilir. Yoksa piyasa yayıncılığından öteye geçemez. Onu da zaten pek fazla yapan olduğu için farkı fark ettiremeyen TRT’ye ihtiyaç kalmadı demektir.