Milliyetçilik, her türlü dışlayıcılığı reddeden, toplulukları millet halinde bütünleştirmeye çalışan bir doktrindir. Mezhep, meşrep, kabile, klan ayrımı yapmaz.
İnsanların ideolojik görüşlerine bakmaz, kendini de bir ideoloji olarak dayatmaz. Zira -ideoloji- haline gelen her düşünce ve duyarlılık biçimi biz ve onlar ayrımına kurban düşer.
Toplumu bir bütün olarak kavrama iddiasında olan her fikir hareketinin önce biz/onlar ayrımcılığından kurtulması gerekir. Aksi takdirde bu milliyetçilik değil etnik, dini veya ideolojik kabilecilik olur.
Bugün parçalanma tehdidi altında olan ülkelerin çoğunun -milletleşememiş-, kabile asabiyesini aşamamış topluluklar olması boşuna değildir. Bunda biraz da o bölgelerdeki milliyetçilik yorumlarının kuşatıcı olmaktan ziyade ayrıştırıcı olmasının da etkisi vardır. Bir millete tekabül eden bir milliyetçiliğin o millet içinde kompartımanlar yaratmaması gerekir.
Parti, dernek veya benzeri kuruluşların dar kalıplarına hapsedilen bir milliyetçiliğin toplumu bütünleştirmekten çok, ayrıştığı görüldüğü için bugün Türk milliyetçiliği kendine yeni bir yol arıyor. Bir anlamda istihale geçiriyor. Daha kucaklayıcı, daha ihata edici olmak için açılımlar yapmaya çalışıyor. Geçmişte kalmayarak kendini bugünün problemlerine göre dizayn ederek yeni bir uyarlama yapıyor. Şemsiyesini olabildiğince geniş açmaya çalışıyor. Bu doğru bir gidiş olmakla birlikte bütün milliyetçilerin bunun farkında olduğunu söylemek mümkün değil.
Geçtiğimiz hafta İstanbul Türk Ocakları önemli bir etkinliğe imza atarak," Günümüz İslam Dünyasının Problemleri ve Çözümleri" isimli bir sempozyum düzenledi. Ev sahipliğini ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi yaptı. Ne yazık ki, basında sempozyumun içeriğinden ziyade -katılımcıların kimliği- öne çıktı. Bir defa daha fırkacılık milliyetçiliğe galip geldi. İşte milliyetçiliğin değil ama milliyetçilerin temel hastalığı da budur: Milliyetçiliği bir parti davası ve zümre ideolojisi olarak görmek.
Eleştiriler daha çok Kılıçdaroğlu'nun sempozyuma katılıp konuşma yapması ve İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun katılımı ile ilgiliydi. Bahçeli, her zamanki yıkıcı üslubu ile katılımcılara tepki gösterdi. Bahçeli tavrı, ben gelmiyorum, başkaları da gelmesin tavrıdır. Bir hareketi büyütmeye değil, küçültmeye hizmet eder. Diğer bazıları -devlete katil diyenlerle beraber olmayız- gibi laflar ettiler. Oysa "devlete katil değil seri katil diyen, Türkler Jitem'e terör örgütü derlerse Kürtler de o zaman PKK'ya terör örgütü der" diyenler bugün Bahçeli'nin desteklediği hükümette en önemli görevlerde bulunuyorlar.
Sempozyumlar herkese açık organizasyonlardır. Kapısına şunlar girer bunlar giremez diye liste asamazsınız. Eğer milliyetçiyseniz, kollarınızı makas gibi açarak herkesi kucaklamak ve düşüncelerinizi herkesle ortaklaştırmak istemeniz gerekir. Binlerce insanımızın hayatına mal olan geçmişin kamplaşmaları biraz da zihinsel kapanmışlıklarla ilgili değil midir? Kendi içimize gömülerek bütün kapıları, pencereleri farklı düşünenlere kapatmamız hangi bütünleştirme davasına hizmet etmiştir? Halbuki yıllarca milliyetçiliğin, milletin çimentosu olduğunu söylemiş, misyonunun toplumun farklı katmanları arasında köprüler kurmak olduğunu iddia etmiştik. Bugün başkaları köprü kurmaya çalışırken milliyetçiyim diyenlerin o köprüleri yıkmaya çalışması düşündürücü değil midir? Kendimiz olarak kaldığımız müddetçe, her sese açık olmak bir nakise değil tam aksine bir erdem ve fikri zenginlik vasıtasıdır. Bizim de, başkalarının da birbirimizden öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki.
İBB'nin ev sahipliği yaptığı bir organizasyona sayın Klıçdaroğlu'nun katılmasından daha tabii bir şey olamaz. Altı yıl önce de aynı organizasyon yapılmış, Kılıçdaroğlu yine katılmış, bu kadar tepki çekmemişti. Ona refakat eden ve onun misafiri olan C.Kaftancıoğlu'nun aynı zamanda Türk Ocaklarının da misafiri olduğunu söylemeye gerek var mı? Hangi Türk töresi misafire bu nobranlığı, bu kabalığı hoş görür? Farklı düşünmek, töresiz davranmanın gerekçesi olamaz! Biz konuşabilir, diyalog kurabilirsek birbirimizi etkileyebiliriz. Konuşamazsak birbirimize neyi, nasıl söyleyeceğiz.
Bu tip organizasyonlar ne kadar farklı görüşü bir araya getirirse o kadar faydalı olur. Bugün sıkıntılarımızın temel sebebi olaylara hep tek akılla bakmak değil midir? İslam'ın Bugünkü Meseleleri bu ülkede her görüşten siyasetçiyi ilgilendirir, ilgilendirmelidir. Rahmetli Erol Güngör'ün yıllar önce yazdığı ve hala güncelliğini koruyan, "İslam'ın Bugünkü Meseleleri" bu konudaki milliyetçi duyarlılığın en güzel örneğidir. Önemli olan biz bize konuşmak değil, hep birlikte konuşmak hep birlikte çare aramaktır.
Bu tartışmalar üzerine İstanbul Türk Ocakları yönetiminin askıya alınması doğru olmamıştır. Cezmi Bayram Türk milliyetçiliğine büyük hizmetleri geçmiş bir isim.Birikimi ve duruşu ile seçkin bir milliyetçi. Türk Ocakları genel başkanı Sayın Mehmet Öz de öyle.Tarihçiliği, fikir adamlığı, düşünce kalibresi yüksek bir şahsiyet. Ancak böyle çok acul davranarak İstanbul'da bir kaleyi yıkmak, olaylara parti, grup kimliği ile bakmaktan kurtulamamış olanların etkisinde kalmak Türk Ocaklarının bütünleştirici misyonuna yakışmamıştır. Partiler üstü kalma iddiası asıl bu tasarrufla yara almıştır. O gelmesin, bu gelmesin, o zaman kime konuşacağız? Daha ne zamana kadar kendi kendimize milliyetçilik yapacağız? Kaldı ki bir dava adamını böyle bir kalemde silip atmak hangi-insan- davamıza sığar? Cezmi Bayram ve ekibi doğru bir iş yapmıştır, takbih edilmeleri değil, alkışlanmaları gerekirdi.