Yazıma, çoktan beri rahatsız olduğum bir konuyu, Türkiye’deki siyasetçilerin ve özellikle Cumhur İttifakı liderleri ile parti sözcülerinin pervasızca kullandıkları kin ve nefret dilini konu etmek istiyorum.
Belli bir yaşın üzerinde olan bizim nesil İsmet İnönü, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve Erdal İnönü gibi siyasi liderlerin nezaket kokan dillerine alışmıştık. O yıllarda siyasi kutuplaşmalar daha keskin olmasına rağmen siyasi liderler birbirlerine hitaplarında, eleştirilerinde çizgiyi aşmaz, nezaketlerini korurlardı. Bütün siyasi liderlerin televizyondaki açık oturumlara aynı anda katılıp medenice tartıştıklarını, birbirlerine karşı asla kırıcı olmadan, argo ya da hoş olmayan ifadeler kullanmadan hitap ettiklerini gözlerimizle görüp kulaklarımızla işitmişliğimiz vardır.
Gazetelerde ya da mizah dergilerinde zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı da dahil Bakanların, muhalefet liderlerinin acayip karikatürleri yayınlanır, komedilerde, tiyatro salonlarında alabildiğine eleştirilirler ama hiç şikayetçi olmazlar, üstelik bilet alarak o programları seyreder ve seyircilerle birlikte kendileri de gülüp alkışlarlar, hastalandıklarında birbirlerini ziyarete gidip şakalaşırlardı.
O günleri yaşadığımız için şimdiki liderlerin birbirlerine karşı davranışları ve hitap tarzları beni gerçekten tiksindiriyor. Çevremdeki insanların da aynı tepkiyi gösterdiklerine şahit oluyor, çocuklarını, torunlarını haber programlardan uzak tuttuklarını görüyorum. Siyasilerimizin kullandığı şu kelime ve ifadelere bakar mısınız?
“Bahtsız bedevi!”, “Alçak!”, “Hain!”, “Şerefsiz!”, “Yalaka!”, “Geri zekalı!”, “Terbiyesizlik yapma!”, “Artistlik yapma!”, “Kız mıdır kadın mıdır?”, “Sap gibi ayakta duruluyor!”, “Lan!”, “Sürtük”, “Çürük”, “Cibilliyetsiz”, “Zürriyetsiz”, “Çapulcu”, “Sefil”, “Haysiyet fukarası”, “Eşkıya”, “Kan emici”, “Hastalıklı ruh!”, “Karakter yoksunu”, “Kendi mabadı açıkta dururken”, “İpin müdiresi”, “Çelimsiz ve çaresiz zat”, “Ne idüğü belirsiz zat”, “Kafasını koparmasını biliriz”, “Susturmasını biliriz”, “İllet”, “Zillet”, “Kanı bozuklar”, “Karakter yoksunları”, “İşbirlikçi sefiller”, “Müfteri ve Müfsitler”, “Menfaatperestler”, “Simsarlar”, “ Mikroplar”, “Aymazlar”, “Haşaratlar”, “ Sahtekarlar” ve daha neler neler…
Onların TBMM kürsüsünde, meydanlarda utanmadan, sıkılmadan pervasızca söyledikleri bu kelimeleri buraya yazarken kendi kendime utandım ve suçluluk duygusuna kapıldım. Hani eskilerin dediği gibi kendi kendime bir “Edep Ya Hu” çektim.
Şimdi de “Biz ne idik eskiden, su içerdik testiden” misali eski siyasilerin birbirlerine olan davranışlarından örnekler vererek biraz nostalji yapalım.
Herkesin hazırcevap ve nüktedan olarak bildiği Süleyman Demirel’in siyasette acemi olduğu günlerde Meclis bahçesinde yürürlerken İnönü sorar;
- Meclisin kaç merdiveni var Süleyman biliyor musun?
- Bilmiyorum!
Birkaç gün sonra İnönü’nün yanına giden Demirel kulağına eğilerek o sorunun cevabını verir:
- Efendim, meclisin 220 merdiveni var! der.
- Kime saydırdın?
- Bizzat ben saydım efendim!
-Bak Süleyman, lider basit işleri kendi yapmaz. Mesela ben meclisin kaç merdiveni olduğunu bilmiyordum; sana saydırdım!
İşte böyle… Şimdiki liderler ise işi ehline emanet etmek yerine her işi kendileri yapmaya kalkıyorlar, gelen eleştirilere de yukarıda sıraladığımız oldukça abes kelime ve ifadelerle karşılık vererek hem milleti hem de kendilerini gerip duruyorlar.
Bu konuda pek çok örnek sıralanabilir. Demirel’le Erbakan’ın, Türkeş’in şakalaşmaları, Demirel’in hastalanan Erdal İnönü’yü ziyaretinde birbirlerine takılmaları, Demirel’in, Adalet Partisi mitinginde CHP bayrağı sallayan çocuğu yanına çağırıp bayrağını da açtırarak güle oynaya resim çektirmesi gibi…
Bülent Ecevit aynı zamanda şairdir. Yazdığı “Türk – Yunan Şiiri”nde yer alan şu mısralara bakar mısınız?
“Sıla derdine düşünce anlarsın/Yunanlıyla kardeş olduğunu
Bir Rum şarkısı duyunca gör/Gurbet elde İstanbul çocuğunu
Türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz/Olmuşuz kanlı bıçaklı
Yine de bir sevgidir içimizde/Böyle barış günlerinde saklı…”
Ama aynı Ecevit, Kıbrıs’ta Türklere yapılan zulüm karşısında susmamış, ABD, İngiltere ve bütün batı dünyasını da karşısına alarak Necmettin Erbakan’la oluşturdukları koalisyon hükümeti sırasında ordumuzu Kıbrıs’a göndermekten çekinmemiş, ordu hareket etmeden önce de siyaseten hiç uyuşmadıkları MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’i de arayıp bilgi vererek onayını almaktan geri durmamıştır.
Ezcümle, günümüz siyasetçileri de artık kin ve nefret dilini bırakıp dostane ilişkiler kurmalıdırlar. Bu konuda önümüzdeki en büyük engelin “Partili Cumhurbaşkanlığı” sistemi olduğu ayan beyan ortadadır. Mesela tarafsız, partisiz bir Cumhurbaşkanımız olsaydı uğradığımız son deprem felaketinde siyasi liderleri de yanına alarak deprem bölgelerini gezer, güzel bir dayanışma örneği göstererek millete moral verirdi. Mevcut sistem siyasileri de milleti de gerdikçe geriyor.
Nitekim milletçe yasa boğulduğumuz bu ortamda Türk siyasi hayatının önemli simalarından Deniz Baykal vefat etti ama TBMM bahçesinde yapılan cenaze törenine katılan partili Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ittifak ortağı MHP Genel Başkanı Bahçeli muhalefet liderleri ile selamlaşmadılar bile. Hem de böylesine hassas bir ortamda cenazede bile bir araya gelemeyen siyasi liderlerle işimizin çok zor olduğu açık seçik ortada. Türkiye bir an önce bu siyasi iklimden kurtularak normalleşmek zorundadır.
Millet olarak gerginliklere değil kucaklaşmaya ihtiyacımız var. Siyasi mücadele elbette devam edecek ama lütfen oturulup konuşulsun, medenice tartışılsın, şakalaşırsın. Buna çok ama çok ihtiyacımız var.