Hani “coğrafya bir kaderdir” derler ya; bu sözün ifade ettiği önemli hususlar kadar “coğrafyaların da kaderi var” sözü de derin manalar ihtiva etmektedir. Çünkü bütün coğrafyalar farklı toplumlara, farklı inançlara, farklı medeniyetlere ev sahipliği yaptığı gibi farklı savaşlara, farklı çöküşlere ve farklı yükselişlere de şahit olmuşlar. Bu coğrafyalar arasında ise hiç şüphesiz Anadolu’muzun farklı bir yeri ve farklı bir konumu vardır. Bu hususu en güzel biçimde ifade eden sözlerden biri de hiç kuşkusuz şair Ahmet Arif’in bu mısraları olsa gerek.
“Beşikler vermişim Nuh’a
Salıncaklar, hamaklar
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır
Anadolu’yum ben
Tanıyor musun?
Evet Hititlerden Hattilere, Friglerden Lidyalılara, İyonyalılardan Urartılara, oralardan Roma, Bizans ve bizim devletlerimiz üzerinden bugünümüze kadar uzanıp gelen nice medeniyetlerin, nice uygarlıkların beşiğidir Anadolu’muz. Çünkü ruhu temiz, mayası sağlam olduğu içindir ki, bu topraklar tarihin bütün dönemlerinde üstün medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve güçlü devletler barındırmıştır bağrında. Bu sağlam mayadan ve asil ruhtan dolayı olacak ki, sürekli birilerinin iştahını kabartmış ve hala da kabartmaktadır bu coğrafya. İşte bugün Türkiye’mize karşı global güçler tarafından uygulanan sinsi ve dışlayıcı tavırlara bir de bu yönden bakmamız icap ediyor. Anadolu’muza karşı tezgahlanan hain planlara bir de bu taraftan nazar etmemiz gerekiyor. Türkiye’mize karşı gündeme getirilen toprak iddiaları gibi hezeyanlara bir de bu açıdan dikkat kesilmemiz lazım geliyor.
Peki hal böyleyken kurtlar sofrasının tam da merkezinde yer alan bu coğrafyanın emanetçisi olan Anadolu insanı bu olup bitenlerin farkında mı? “Coğrafya kaderdir” veya coğrafyaların da kaderi vardır sözlerinin idrakında mı insanımız? Bu coğrafyaya sahip olmanın büyük sorumluluk gerektirdiğinin bilincinde mi acaba?
Şimdi bu konuları düşünürken Kanadalı bir akademisyenin bana bir az şaşkınlık, bir az merak, bir az da kinaye içeren bir tarzda sorduğu bir soru geldi aklıma; “Atatürk Türkiye’yi çok zor şartlar altında kurdu. Hem de tüm dünyanın baskılarına rağmen. Peki neden Türklerin çoğu, özellikle de inançlı kesimler Atatürk’ü sevmezler” diye sorduğu o soru.
İtiraf edeyim ki, o soru karşısında şaşırmış ve konuyu uzatmamak için kaçamak cevaplar vermiştim o zaman. Ama o günden beri bu soru sıkça hatırladığım ve üzerinde düşündüğüm sorular arasında var oldu sürekli. Zira bu sualin cevabı birçok sorunumuzun çözümüne ışık tutacaktır aslında. Bu sualin cevabı kendimizi tanıya bilmemiz için bize yarımcı olacaktır hiç kuşkusuz. Bizi kandıranların gerçek yüzünü tanımamızı kolaylaştıracaktır elbet. Niçin kendimiz gibi olamadığımızın veya olmak istemediğimizin cevaplarını da aydınlatacaktır hiç şüphesiz.
biz kendimiz olamadık bir türlü. Kendimizden yana olamadık çoğu zaman.
Zira dinci olduk dindar olamadık bir türlü. Sosyal adaletten yana olamadık ama solcu olduk en kolay yoldan. Milliyetçi olamadık çoğu zaman ama ırkçı bile olduk bazen. Müslüman olamadık ama Arapçı olduk ne hikmetse. Liberal olamadık bir türlü ama emperyalist olduk nasıl bir sır ise. Demokrat olamadık ama Batıcı olduk nasıl bir gizemse… Olduk ta olduk. Yani Batı olduk, Doğu olduk ama bir türlü olmamız gereken olamadık ne işitirse. Bir türlü kendimiz olamadık nasıl bir oyunsa. Uzaylı olduk, gezegenli olduk ama bir türlü Türkiyeli veya Türkiye olamadık nasıl bir sebepse. Hem de buralardan kaynaklanan yerli ve yabancı, lokal ve global, dahili ve harici birçok sorunumuzun farkına bile varamadan….