Okullarımızda İngilizce yerine İngilizlerin Müslüman Türk milletine nasıl ihanet ve düşmanlık ettiğini ve nasıl katlialar yaptıklarını anlatsaydık; milletimiz bugün gerçek anlamda düşmanın kim olduğunu daha açık biçimde görebilirdi.
Bunu niçin söylüyorum; inşallah aşağıda anlatacağım.
Yukarıdaki gerçeği anlatmak bakımından çok veciz ve meşhur bir Kızılderili atasözü vardır:
“Bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”
Bugün dünyanın neresinde bir kargaşa ve savaş varsa, orada mutlaka perde arkasında İngiliz şeytanlığı olduğu açıktır.
“Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk” sahibi olan İngilizler sadece halkı Müslüman ve Türk olan ülkeleri değil, kendilerinden olmayan ulaşabildikleri her coğrafyadaki ülkeleri ve halkları sömürmüş, hala da sömürmeye devam etmektedir. Bu sömürülerinin en bariz örneği “İngiliz Müstemlekeler Bakanlığı’nın” varlığıdır.
Dünyanın en büyük emperyalist milletlerinden biri olan İngilizler, kendilerini üstün ırk olarak gördükleri için kibirde zirvededirler. Bu kibrin sonucunda İngilizler kendilerini ne kadar yüksek görüyorlarsa diğer milletleri de aynı derecede aşağı görme anlayışına sahiptirler. Bunun için İngiliz ırkçılığı meşhurdur.
Irkçılık ve sömürgecilikte zirveyi kimseye kaptırmayan İngilizlere göre insanlar üç gurupturlar.
İlk sırayı İngilizler oluşturur. Onlara göre Allah’ın insan olarak yarattığı en mükemmel millet İngilizlerdir ve üstün ırktır, üst akıldır. Bütün diğer insanlar ise İngilizlere hizmet etmek için yaratılmış mahlûklardır. Aslında bu Kur’an’ın ifadesiyle tam bir Yahudi anlayışıdır.
İngilizlere göre ikinci gurup insanlar ise beyaz ırka sahip Avrupalı ve Amerikalılardır. İngilizlere göre bunlar kendilerinden bir derece aşağıdadır ama yine de saygıya layık olduklarına inanırlar.
Üçüncü gurup ise İngiliz ve ikinci sınıf dışında kalan insanlardır. Bu gurup insanlar İngilizlerin gözünde hayvan mesabesinde oldukları için hiç kıymetleri yoktur. İnsan olmadıkları için de özgürlük, refah, barış, vatan gibi kavramlara layık değillerdir. Bu guruptaki insanlar ve ülkeleri İngilizlerin sömürmesi ve hizmetçi olarak kullanması için yaratılmıştır. Bu açıdan sömürdükleri ülkelerdeki insanlara karşı acıma hissi duymazlar. Hayvan mesabesinde oldukları için de öldürülmelerine üzülmezler. Bunun örneklerini yüzyıllar boyunca sömürdükleri Hindistan, Afrika, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve Ortadoğu ülkelerinde çokça görmek mümkündür.
İngilizler için üçüncü gurupta yer alan Müslüman Türkler ise üçüncü gurubun en aşağısında sayılmıştır. Bu açıdan İngilizlerin Müslüman Türk düşmanlığı, zulüm, istibdat, hile ve hıyanet üzerine kurulmuştur. İngiliz tarihi bu anlamda bir katliamlar tarihi olarak anılmaktadır.
İngilizler müstemleke haline getirdikleri ülkelerin yer üstü ve yer altı kaynaklarını sonuna kadar sömürmüş ve ülke halklarını da alabildiğine ezmiştir.
Tarihte dünya ülkelerinin yaklaşık yüzde 80’i İngiltere tarafından işgal edilmiştir. İngiltere’ye ““Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk”” denmesinin sebebi İngiltere’de güneş battığında, İngiliz sömürgesi olan başka bir ülkede doğuyor olmasındandır.
Ne yazık ki İngilizler’in bu ülkelerde din ayrımı gözetmeksizin yaptığı katliamların çoğu yine İngiliz oyunlarıyla ülkelerin tarih kitaplarından silinmiştir.
İngiltere yaptığı bu işgaller sırasında büyük soykırımlara imza atmıştır. İngilizlerin yapmış olduğu soykırımlar sadece Afrika ile sınırlı kalmayıp, Hindistan ve Avustralya kıtasına da yayılmıştır. İngilizlerin tam bir vahşet anlayışıyla yaptığı katliamlardan bazılarını hatırlatma bakımından buraya almakta yarar var.
Mesela 1675 yılında “Kral Philip Savaşı” olarak adlandırılan savaşta, Norrogonsettler ve Wonpanoaqlar gibi kabileler acımasız bir biçimde yok edildiler. Kıtanın yerlilerini katlederek topraklarına el koyan bu sömürgecilerin çoğunluğu İngiliz, Fransız, İspanyol, Portekiz ve İtalyan’lardan oluşmaktaydı ama asıl hâkim güç İngilizlerdi.
Yine 1876 yılında, acımasız İngiliz politikaları sonucu başgösteren açlıkta, Hindistan’da 29 milyon insan katledildi. Ölümlere aldırmayan İngiltere’nin Hindistan Valisi Lord Lytton, bu dönemde İngiltere’ye tahıl sevkiyatını artırarak sürdürdü.
Yine sömürgeci İngilizlerin 1919 yılında, işgal ettikleri Hindistan’da sistematik katliamlar yapmış, Pencap eyaleti başkenti Amritsar’da 13 Nisan 1919 tarihinde halkın üzerine ateş açılarak 3 binden fazla Hintli öldürülmüştür.
Hindistan’da tekstil ustalarının ellerinin kesilmesi ise tam anlamıyla İngiliz barbarlığını ortaya koyan bir vahşettir. Tekstilde İngiltere ile rekabet ettikleri gerekçesiyle, 40 bin Hint çıkrık ustasının elleri kesildi. Bengal’deki kıtlığın Hintlileride etkilemesi ile 1876 yılında, acımasız İngiliz politikaları sonucu baş gösteren açlıkta, 12 ile 29 milyon Hintli ölmüştür. İngilizlar insanları bilerek, istenerek açlığa ve ölüme terk etmiş ve milyonlarca insan soykırıma uğramıştı.
İngilizlerin tarihteki büyük katliamlarından biri olan Avusturalya’daki Aborjin katliamında da 1804-1890 arasında yaklaşık 720 bin kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır. Bu soykırım ilk modern soykırım olarak da tarihte yerini aldı.
İngilizler Afrika kıtasında da katliamlarına devam etti. Yerli Kenya halkı işgalci İngilizlerin gasp ettikleri çiftliklerde yıllarca köle olarak çalıştırıldı. Kenyalılar 1952-1960 arasında topraklarına gelen Britanyalı işgalcilere karşı ayaklandı. İngiliz kuvvetleri 1950’li yıllarda Kenya’da Mau Mau ayaklanmasını bastırırken, 310 bin insanı toplama kamplarına kapattı, 1 milyondan fazla insanı da işgal ettikleri köylerde tuttu. Olaylar sırasında 100 bin insan canavarca yöntemlerle öldürüldü veya açlıktan öldü, binlercesi de idam edildi.
Müslüman Türklerin kurduğu Osmanlı Cihan Devleti de İngilizlerin baş düşmanı olmuş ve yıkılmasında en önemli rolü İngilizler oynamıştır. Bunun için casuslarını harekete geçirmiş, hatta bazı casuslarını Osmanlı topraklarında imamlık, şeyhlik yaptırarak fitne tohumlarının atılmasını sağlamıştır. Bunun sonucunda 600 yıl Osmanlı himayesi altında huzur içinde yaşayan başta Araplar olmak üzere, Kürtler, Ermeniler, Arnavutlar vb. milletler Osmanlı’ya karşı ayaklanarak yıkılmasına rol oynamışlardır. Ne hazindir ki adı geçen bu milletler Osmanlı’nın tarih sahnesinden gitmesinin ardından huzuru ve barışı kaybetmiş ve bugün bile kan ve gözyaşı içinde bir hayat yaşamaktadırlar.
İngilizlerin Müslüman Türk askerlerine yönelik katliamı tarihin en karanlık sayfalarından birini oluşturmuştur. Mesela I. Dünya Savaşında İngilizler Türklerle savaştı ve 150 bin kişi civarındaki Türk askerini esir ederek Seydibeşir esir kampına yolladı. Bu askerler arasında 1918’ de Filistin cephesinde esir düşen 16’ncı tümenin 48 inci alayına bağlı Osmanlı askerleri vardı. Askerler, 12 Haziran 1920′ ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar. Savaş bitmişti ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışında binlerce Osmanlı askerini teslim etmek İngiliz’in işine gelmiyordu. Çünkü yeni bir savaşta bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabileceklerini düşünüyorlardı. Çözümü toplu katliam da bulan İngilizler, askerlerimizi mikrop kırma bahanesi ile süngü zoruyla dezenfekte havuzuna soktular. Ancak suya gözleri kör eden kimyasallar karıştırmışlardı. Zorla bu suya sokulan 15 bin askerimiz kör oldu.
Fitne ve fesatlıkta şeytana bile papucunu ters giydiren İngilizler, adamlarını Müslüman Türk kılığına sokarak Osmanlı Cihan devletinde çok önemli makamlara getirmeyi de başarmışlardır. Müstemleke haline getirdikleri halkı Müslüman ülkelerde tam bir kültür ve din katliamı yapmış, halka yol gösterecek seviyede olan âlimleri yok etmiş ve kendi güdümünde sahte âlimler yetiştirerek tahribe devam etmiştir. Bunun sonucunda ne kadar İslami eser varsa yok edilmiş ve halkın cahil kalması için ellerinden geleni yapmışlardır. Âlim diye içimize soktukları kendi adamları sayesinde Müslümanları arasında fitne tohumları ekmiş ve milletin fırkalara bölünmesini sağlamışlardır. Bu açıdan İngilizlerin müstemlekesinde belli bir müddet kalan bütün ülkeler bugün huzur ve barıştan uzak bir hayata mahkûm edilmiştir. İngilizlerin müstemleke olarak kullandıkları halkı müslüman ülkelerde takip ettikleri strateji “Parçala, hâkim ol ve dinlerini imha et.” Şeklinde olmuştur.
İngilizler bu siyasi stratejilerini bugün da Hindistan’da, Pakistan’da, Endenozya’da, Türkiye’de, Mısır’da, Arap ülkelerinde ve diğer halkı Müslüman olan yerlerde aynısıyla devam ettirmektedirler. İngilizler bu stratejilerine karşı çıkan bütün ülke yöneticilerini ya darbe ile ya da değişik entrikalarla alaşağı etmiş ve yerine kendilerine itaat eden kişileri getirmişlerdir. Bu anlamda özellikle Osmanlı’nın yıkılma döneminde ve sonrasında halkı Müslüman olan ülkeler ve bahusus Türklerin bulunduğu yerlerde ne kadar ihanet varsa bunun altında mutlaka İngilizlerin parmağı vardır.
İngilizlerin İslamiyeti yok etme savaşında, vatanına, milletine dinine hizmet etmek isteyen Müslümanları aldatmak için kullandıkları en tesirli silahları, İslamiyeti deforme etmeye çalışmak, Müslümanları modernleştirme aldatmacasıyla değişime uğratmak, dinden uzaklaştırarak ahlaksız bir toplum haline getirmek ve yüzlerce tarikat kurdurarak ayrılık tohumları ekmek olmuştur. Bugün de ellerindeki gazeteler, televizyonlar, sosyal medya ve benzeri araçarla aynı stratejilerini devam ettirmektedirler.
İngilizler, Müslümanları ilimde, fende, teknolojide geri bırakmak için içimize soktukları sahte âlimlerle aldatarak güya İslam dininin gelişmeye mani olduğu fikrini yaydılar ve bunda çok da başarılı oldular. Bunun sonucu bugün bile ülkemizde okamamayı marifet sayan hoca kılıklı sahtekarlar ne yazık ki toplum tarafından âlim olarak kabul görmektedir.
İngilizlerin nasıl bir İslam düşmanı olduklarını son devrin önemli âlimlerinden biri olan Abdülhakîm Arvâsi şöyle anlatmaktadır:
“İslâmin en büyük düşmanı İngilizlerdir. İslamiyeti bir ağaca benzetirsek, başka kâfirler, fırsat bulunca, bu ağacı dibinden keser. Müslümanlar da, bunlara düşman olur. Fakat bu ağaç bir gün filiz verebilir. İngiliz böyle değildir. Bu ağaca hizmet eder. Besler. Müslümanlar da, onu sever. Fakat gece kimse anlamadan köküne zehir sıkar. Ağaç öyle kurur ki bir daha süremez. Vah vah çok üzüldüm, diyerek müslümanları aldatır. İngilizin, İslama böyle zehir salması demek, para, mevki ve kadın gibi, nefsânî arzular karşılığında satın aldığı yerli münâfıkların, soysuzların elleri ile İslam âlimlerini, İslam kitaplarını, bilgilerini ortadan kaldırmasıdır.”
Bugün ülkemizde de İngiliz tahripkarlığınını tesirlerini en derin biçimde görmekteyiz. Müslüman Türkleri Kur’an’dan uzaklaştırmak için “Kur’an’ın anlaşılmaz bir kitaptır. Onun için Türkçe anlamını sakin okumayın. Kur’an Müslümanlığı sapıklıktır.” Gibi düşünceleri yaymak ve hakim kılmak için yerli piyonlarına maddi ve manevi destek vermeye devam etmektedirler.
Ülkemizde meydana gelen Kürt Türk çatışma girişimleri, Alevi Sünni ayrıştırmaları, sağcı solcu kavgaları, on yılda bir yapılan darbe girişimlerinin arkasında İngilizlerin olduğunu görmemek için kör olmak gerekir. İngilizler yukarıda üç gurupta ayrıştırdıkları insanlardan ikinci gurubu oluşturan Amerike ve Avrupalıları bu hususta kendilerine perde olarak kullanmakta oldukça mahirdirler. Son yüzyılın en büyük ihanetlerinden olan PKK ve FETÖ’nün arkasında da İngiliz üsk aklı vardır.
İngiliz aklının kaynağı geliştirdikleri şu stratejide özetlenmiştir:
“İngiliz stratejisi herhangi bir milletin klasik olarak uygulayacağı politikaların dışındadır. İngilizler uyguladıkları politikalarda birden bire ters yönde değişiklik yapabilirler. İnilizler bir yandan olayları istedikleri gibi kışkırtırken diğer yandan uzlaşmaçı rolüne soyunabilirler. İngilizler için önemli olan başarmaktır. Bunun için hedefe gitmede her yolu kullanırlar. İngilizler beklerler, önlerindeki değişik seçenekleri açık tutarlar, oyunun nasıl biteceğini gözlemlerler ve en yüksek çıkarı elde edecek şekilde pozisyon alırlar. İngilizler zamana oynar ve gelecekleki tarihi değişikliklerin gerçekleşmesini sabırla bekleyen gizli bir ikna yöntemini takip ederler.”
İngiliz aklı Osmanlı döneminde Thomas Edward Lawrence ve Gertrude Bell gibi casuslarla Müslüman Türkler arasında her türlü fitne ve fesadı yaydıkları gibi Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da özellikle Toynbee gibi tarihcilerle de bizi sömürmeye ve yönlendirmeye çalışmışlardır.
Meşhur İngiliz casus Lawrence kendisini Araplar için onlardan görünerek “Baba figürü” olarak konumlandırmış ve onları Osmanlı’ya karşı kıştkırtarak arkadan vurmalarını sağlamıştır.
Thomas Edward Lawrence tam bir Müslüman Türk düşmanıdır ve bunu defalarca göstermiştir. Mesela Irak Cephesi komutanı Sakallı Nurettin Paşa’nın sınırlı kuvvetle düzenli İngiliz birliklerine karşı elde ettiği muazzam zaferler ve Fahrettin Paşa’nın Medine’de gösterdiği destansı direniş sebebiyle Türk askerine karşı büyük bir nefret hissine kapılmış ve beklediği fırsat, Şam kuşatmasıyla Eylül 1918 yılında eline geçirince çoğu teslim olmak için ateş etmeyen Türk askerini “Esir almak yok” emri vererek 10 binden fazla Müslüman Türk askerini katlettirmişti.
Lawrence’den sonra Müslüman Türklere en büyük darbelerden birini de İngiliz tarihçi Arnold Joseph Toynbee (14 Nisan 1889, Londra – 22 Ekim 1975) vurmuştur. Toynbee hazırladığı raporlar ve yazdığı kitaplarda Müslüman Türklerin nasıl tesir alıtan alınıp yönetileceğinin esaslarını aktarmıştır. Mesela 1960 yılında Türklerle ilgili yazdığı bir kitapta Dünya Müslümanlarının halini şöyle özetlemiştir:
“Güney Müslümanlığı (Eşarilik, Fas’tan Arabistan’a kadar) bizim için tehlike olmaktan çıkmıştır. Bir şeyh satın alır, hepsini yönetebilirsiniz.
Bizim için Kuzey Müslümanlığı (Maturidilik, İstanbul’dan Buhara’ya Türk Bölgesi) tehlikelidir. Bunlar bilimle barışıktır. O nedenle içlerinden her zaman Mustafa Kemal gibi asiler çıkararak oyunlarımı bozabilir. Onun için şimdiden önlem alınmalıdır.”
“Türkler zekidir, Liderlerine inandıklarında önünde hiçbir güç duramaz. Türklerin bağlılık, gelenek, ahlak duygularını ve milli duygularını parçalamak gerekir. Bunun içinde önlem alınmalıdır.”
İngilizler Toynbee’nin yönlendirmesiyle Müslüman Türk topraklarında yetiştirdikleri casusları imam, şeyh vs. kılıklar altında istihdam etmiş ve büyük bir fitne hareketi başlatmış ve bu fitnelerini bugün de devam ettirmektedir.
“Bugün ülkemizdeki bütün ayrılıkların altında İngiliz parmağı vardır.” dersem asla mübalağa yapmamış olurum. Zaten yukarıda “Bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.” şeklinde naklettiğim Kızıldeli atasözü bu gerçeği bütün çıplaklığıyla anlatmaya yeter.
Müslüman Türkler olarak geçmişte olduğu gibi gelecekte de İngilizlerin oyunlarına gelmek istemiyorsok, okullarımızda İngilizce dersinden önce İngilizlerin tarihte bize karşı işledikleri cinayetleri ve katliamları çocuklarımıza öğretmek zorundayız. Aksi halde dün aramıza imam, şeyh, gazeteci, tarihci vb. kılıklarla soktukları ajanları vasıtasıyla gelecekte de milletimize büyük oyunlar oynamaları mümkündür.
Şunu bir kez daha tekrarlıyorum:
“Tarihte ve günümüzde Müslüman Türklerin en büyük düşmanı İngilizlerdir. Bu sebeple bugün ülkemizde oynanan oyunların altında kesinlikle bir İngiliz parmağı vardır diyorum. İngilizler dün olduğu gibi bugün de ülkemizde din de dâhil her türlü vasıtayı kullanarak hedeflerine gitmede her yolu mubah gören katliamcı ve sömürgeci bir zihniyet taşımaktadırlar. Müslüman Türkler olarak bu büyük şerre karşı uyanık olmak ve her türlü tedbiri almak zorundayız. Bu milletimizin gelecekte huzur ve barış içinde yaşamasının olmazsa olmazıdır.”