YAPMAYIN BEYLER,  GELECEĞİMİZE KIYMAYIN..!


Millet olarak bin bir türlü belâ ve ihanetle muhatap olduğumuz bir ortamda aylardır devam eden anayasa tartışmaları ile millî birliğimizi ve dayanışmamızı tehdit eden bir tehlikeli bir sürecin içindeyiz. Türk milleti olarak en son küresel bir saldırının taşeronluğu ve parçası olan 15 Temmuz kalkışması karşısında göstermiş olduğumuz top yekûn direniş ve millî birlik ruhunu maalesef kaybetmenin arifesindeyiz. 


15 Temmuz sonrasında hep birlikte adına YENİ KAPI RUHU dediğimiz ve sahiplendiğimiz milli direniş psikolojisini başkanlık adına niye hebâ etmeyi göze aldığımız yönündeki soruların tatmin edici cevapları bulamıyoruz.


MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 11 Ekim tarihinde gündeme getirdiği “başkanlık” tartışmalarının nasıl bir ihtiyaçtan kaynaklandığını milletçe aramaya devam ediyoruz. Devleti yönetenlerin neyi yapmak isteyip de, yapamadıklarının cevaplarını arıyoruz. 


Bu arayışlarımız kapsamında resmi, gayri resmi her türlü açıklama ve değerlendirmeyi anlamaya çalışıyor, bitmez tükenmez sûallere cevap arıyoruz. Herkesin eninde sonunda verdiği cevap ve söylemlerden el yordamıyla anlıyoruz ki, “millî birliğimiz ve devletimizin bekâsı tehlike ve tehdit altındadır”,  yegâne çaremiz de başkanlık sistemine geçmektir.  


Açıkça ifade edilmese de; karşı karşıya bulunduğum tehdit;  başta ABD olmak üzere, batı dünyası hedef tahtasına Türkiye’yi yerleştirmiş, ülkemizi bölmek maksadıyla bir “terör konsorsiyumu” kurmuş ve ardı ardına devam eden acımasız saldırılarla ülkemizi yönetilemez hale getirmeye çalışıyor.


Bütün bu cevap ve tezlere eyvallah…


Emperyalist küresel güçlerin çok boyutlu saldırıları kapsamında resmen ifade edilmese de ülkemizde uygulamak istedikleri senaryolarını biz özetleyelim;


* Bir taraftan PKK/PYD/ YPG bölücü terör örgütü vasıtasıyla, hem ülke içinde hem de sınırlarımızda özerk bölgeler oluşturmak suretiyle millî bütünlüğümüze saldırılar düzenlemektedir.


* İslâm dininin selefi anlayışına dayalı olarak IŞID terör örgütünün vahşi saldırıları koordine edilerek, toplumda yılgınlık ve ümitsizlik havası oluşturulmak isteniyor.


* FETÖ Terör örgütünün içte ve dıştaki faaliyetleri ile ülke ve millet bütünlüğümüz tehdit edilmekte, oluşturulan kaos ortamıyla ülkenin iç istikrarsızlığa sürüklenmesi hedeflenmektedir.


* Terör saldırıları vasıtasıyla oluşturulacak korku iklimi ve belirsizlikle, ekonominin dengeleri bozulmak istenmekte ve yerli-yabancı yatırımcılar başta olmak üzere, piyasa aktörleri vasıtasıyla ekonomik kriz çıkarılması amaçlanmaktadır.


* Küresel güçlerin bu amaçlarını gerçekleştirmek için, dış politikada devletimizi sıkıştırmak için, “insan hakları”, “demokrasi” ve “temel hukuk ilkeleri” gibi vazgeçilmez esasları çifte standartlı uygulamalarla  baskı unsuru olarak kullanarak, siyasi ve toplumsal çatışma çıkması istenmektedir. 


Bütün bu amaçların gerçek ve yakın tehdit olduğunu kabul ederek ifade etmek isteriz ki, sayılan sebeplere hiçbir Türk Milliyetçisi ve hatta hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı tabi ki kayıtsız kalamaz. Varlıklarını milletin geleceği ve vatanın bütünlüğü amacına vakfetmiş bulunan bir camianın mensubu olarak, anılan tehlikeleri bertaraf edebilmek maksadıyla, nefsimizi düşünmeden her türlü millî fedakârlığı göstereceğimizden kimse kuşku bile duyamaz. 


Bu maksatla, “millî seferberlik”, “millî birlik ve beraberlik” çağrılarının en kolay bizlerde karşılık bulacağına da şüphe yoktur. Nitekim, Türk milliyetçileri ve ülkücüler  olarak, soğuk savaş döneminde millî tehdit algısıyla, bizim camia 5000 şehit ve en az 500.000 mağdur vermiş bir harekettir.


Böylesi ağır dönemlerde yine hepimiz biliriz ki, “devleti ve milleti” bir bütün olarak temsil eden güçlü bir siyasal liderliğe ihtiyaç vardır. Yakın tehditler karşısında devletin yazılı olmayan gelenekleri olduğunu da biliriz. 


Yine bu gibi zor dönemlerde siyasi muhalifliğin ve ihtilafların asgari düzeyde tutulması gerektiğini, millî birlik ve bütünlüğün çetin zamanlarda ön plana çıkarılması gerektiğini de biliriz.


Peki bizler bu hissiyat içinde iken, hâlen yaşadığımız bu dönemde neden hep birlikte muzdârip oluyoruz ?


İliklerimize kadar hissettiğimiz “millî birlik” ihtiyacı ortada iken ve bu ihtiyacı ağırlıklı olarak 15 Temmuz sonrasında karşılamışken ve en az üç yıllık bir siyasî istikrâr ortamı önümüzde dururken endişemiz şudur ki,  parti sözcülerince “tek parti” dönemlerinin “partili cumhurbaşkanı” örnekleri verilerek, toplumsal kesimleri karşı karşıya getirecek başkanlık tartışmalarının yıpratıcı vasatıyla toplumsal ayrışmaya mı sürükleniyoruz ? 


Kaldı ki, ülkenin içinde bulunduğu şartları da göz önünde tutarak ve yürütme organı olan hükûmetin koalisyonsuz bir şekilde ve 5 yıllığına görev yapması ihtiyacı dışında, “partili cumhurbaşkanına” yasama organı olan TBMM’yi ve yüksek yargıyı da bağlamaya çalışan bir anayasa değişikliği, endişelerimizin kaynağını teşkil etmektedir. 


Anayasa değişikliği ile sadece ”hükûmet sistemi” değiştiriliyor olsa ve “yasama”nın yetkileri ve “yargının” teşekkülüne ilişilmese idi, bu kadar köklü fikir ayrılıkları ve toplumsal muhalefetle karşılaşmamış olacak ve hissettiğimiz kaygıları da yaşamayacaktık.


Oysa ki, millî tehdit ve tehlikeleri bertaraf etmenin yolu iki yüz yıllık medeniyet yolculuğumuzdan geri dönecek ve siyasal katılımı daraltacak şekilde tek adam yönetimi yerine, bütün siyasi eğilim ve kesimlerin ortak aklı ve katılımıyla ortaya çıkacak millî enerjinin seferber edilmesiyle mümkündür. Akıl akıldan üstündür, ortak akıl anlamına gelen demokrasi ise en “âkıllıdan” bile üstündür.


Millî birliğimiz güçlendirmenin ve tehlikeleri ortadan kaldırmanın diğer yolu ise, batılıların iki yüzlü uygulamalarının tersine, insanlığın ortak mirası evrensel hukuk ilkelerini kendi öz malımız sayarak ve demokratik usûlleri istişare kültürümüzün zenginliğiyle destekleyerek, tek adamların kurtarıcılığı yerine kurumsal yapılarımızı inşaâ etmek ve güçlendirmekten geçmektedir. 


Ülkemizdeki 15 yıldır devam eden çok güçlü siyasi liderlik ve istikrara rağmen, zayıf kurumsal yapılarımız sebebiyle 15 Temmuz’da nasıl büyük bir ihanetini yaşadığımızı kimse unutmasın… 


Farklı fikir ve düşünceleri ihanet olarak görmek yerine, düşünce ve siyasi hayatımızın zenginliği olarak kabul eden bir anlayışla, çoğulcu yapılar ve katılımcı yönetim anlayışıyla hareket edemezsek, bütün yetkileri tek adam veya bir zümrede toplasak bile güçlü bir devlet olamayacağımız gibi, aksine yeni ve tehlikeli toplumsal fay hatlarının da temelini atmış oluruz. 


Unutmayalım ki, bu anlamda en güçlü devlet; vatandaşlarının “aidiyetleri” ve “müştereklerini” en çok artırabilen devlettir. Sahip olduğumuz sayısal ve siyasi çoğunluğun meşruiyeti, müşterek duyguların dikkate alınmasıyla daha da anlam kazanır.


Biz bu ülkeyi ve bu milleti ölesiye seviyoruz. Bizleri ve milletimizi bir birine düşürmeyin. Bizlere kulak verin, söylediklerimizden hareketle bizleri vatan ve millet sevgisiyle yeniden imtihan etmeyin. 


80 milyonu, farklılıklarıyla birlikte bir bütün olarak kucaklayın, yabancılaştırmayın, ötekileştirmeyin. Bu milletin mensuplarını bir birlerine husumet gösterecekleri, yeni ayrışmalara yol açacak olacak konulardan uzak durun. 


Samimi bir şekilde millî irade ve demokrasiye inanan, aldığınız % 49 - % 52 oranındaki oy desteğinize saygı duyarak diyoruz ki, hukuk içinde yönetme hakkınızı helâlinden kullanın. 


OHAL şartlarında anayasa referandumu ayıbını bu millete yaşatmayın. 


Terör ve diğer küresel saldırılara karşı milletçe arkanızdayız.


Ekonomimizin ayağa kalkması için seferberlik çağrılarınızın yanındayız. 


Temel hak ve hürriyetlerimize saygı göstererek, siyaseti milletin bütünüyle yapmak yerine, “siyasi kabileciliğe” düşmeyiniz, bürokrasiyi “tarikat ve cemaatlerin” tasarruf alanına terk etmeyiniz, 


Bütün unsurlarıyla millî birliğimizi adâlet içinde tesis edin ve çok daha güçlendirin…


Korkutmayın, umutlandırın…Sahip olduğumuz hak ve hürriyetlere saygı gösterin..


Bizi millet olarak hukuk ve demokrasi içinde bir ve bütün hale getirin, bütünlüğümüze ve geleceğimize kıymayın. 


Kan gölüne dönüştürülmüş Müslüman dünyasından; modern, kalkınmış, demokratik, insan haklarına saygılı ve hukuk devletini hayata geçirmiş bir Türkiye modelini esirgemeyiniz.