Önceki yazılarımızda özellikle dini konulardaki cehaletimizden, Kur’an meallerinin anlaşılır olmadığından ve insanımızın da okumadığından şikâyet etmiştik. İslam Dini için Kur’an-ı Kerim’den sonraki en büyük kaynaklar olan Hadis-i Şerifler ve Peygamber Efendimizin sünnetleri konusunda da tam bir karmaşa söz konusu. İyi niyetli çalışmalara rağmen sahih/doğru/güvenilir hadislerle uydurma olanlar tam olarak ayrılabilmiş değil. “Hakikat bir amma rivayet muhtelif” kabilinden pek çok rivayet var ve din adamları ile kitaplar dini adeta rivayetler üzerinden anlatmaya çalışıyorlar. Peygamberimizin güzel ahlâkı, çalışma azmi, doğruluk, dürüstlük, adil olma, kul hakkına riayet gibi erdemleri, ilim tahsiline olan teşvikleri dururken bazı kitaplarda, internet sitelerinde ve birtakım din bezirgânlarının ağzında sakız olan “sünnetler”e bakıldığında tamamen teferruatla uğraşıldığı görülecektir.
Araştırmalarım sırasında “Peygamberimizin, 80, 100, 180 önemli sünneti” gibi sıralananları inceleyince gördüm ki hemen hemen hepsi de O’nun oturup kalkması, gelenekten gelen bazı hareket ve uygulamaları, kılık kıyafeti ve benzeri konularla ilgili. Sarıklı, sakallı bazı cahil kişiler, ortalıkta dolaşan videolarında ve müritlerinin ya da İslamiyet’i yozlaştırma gayretindeki bazı çevrelerin desteğiyle kurulan TV kanallarında “Sakal en büyük sünnetlerdendir!” Ya da, “Hanımı sakal bırakmasını istemezse adam onu boşayabilir” gibi ileri geri konuşabiliyorlar. Oysa Peygamber Efendimize Peygamberlik gelmeden önce de sakalı vardı ve can düşmanları olan Ebu Cehil, Ebu Leheb hep sakallı idiler. Sakala kutsiyet atfetmek son derece sakıncalıdır. Sakal bırakana kimse bir şey deme hakkına sahip değilse bırakmayana da karışılmamalı, hele hele araya fitne sokup aile düzenini sarsıcı laflar edilmemelidir.
Dini yeterince bilmedikleri halde İslamiyet adına ahkâm kesenler çoğu zaman adeta Allah’a da nutuk çekmekten geri durmuyor, O’nun açık seçik gönderdiği hükümleri rivayetlerle, efsane ve hurafelerle amacından saptırıyor, dayak atarak Kur’an öğretmeye çalışan medrese sofuları gibi insanları dinden imandan soğutmak için ellerinden ne gelirse yapıyorlar. Son zamanlarda bunlarla ilgili saçma sapan pek çok örnek gündeme geldi. Bu durum aslında, Müslümanların ilimden, İslamiyet’ten ne kadar uzak olduğunu ve gerçeklere dönülmesi gerektiğini anlatması bakımından faydalı da oldu. Bu, işin bir tarafı. Bunun yanında, çözülmesi gereken başka meseleler de var. Mesela Maide 6 ile Vakıa 77, 78, 79 ve 80. Ayetler ışığında abdest alma/abdestli olma konularında bazı yanlış uygulama ve dayatmaların açığa kavuşturulması gerektiğine inanıyorum. Çünkü sağlıklı ibadet edebilme ve Kur’an-ı Kerim’e dokunup, onu özümseyip üzerinde çalışabilmek için buna gerek var.
Kur’an-ı Kerim’de, ne zaman abdest almak gerektiği ve nasıl alınacağı Maide Suresi’nin 6. Ayetinde gayet açık, net ve hiçbir yoruma, hiçbir çekiştirmeye meydan vermeyecek ifadelerle anlatılıyor. Cenab-ı Allah, “Namaza kalktığınız/kalkacağınız zaman abdest alın” diyor. Bunda şek ve şüphe yok; Allah’ın emri böyle. Ama piyasada dolaşan sözde hocalara ve onların telkini ile insanlara yerleşen anlayışa göre adeta “Abdestsiz adım atmak, abdestsiz yatıp uyumak” bile sakıncalı. Bu anlayışa göre abdestsiz olarak Kur’an’a dokunmak, hele hele alıp okumak mı? Zinhar, adamı dinden çıkarır! Oysa Vakıa Suresi’nin 77, 78, 79 ve 80. Ayetleri dikkatlice ve sağa sola çekiştirilmeden okunup yorumlandığında anlaşılacaktır ki, “Arınmış olanların” dokunabileceği kitap, Kur’an-ı Kerim’in de asıl kaynağı olan Levh-i Mahfuz’dakidir ve “Arınmış olanlar”dan kasıt suçu günahı olmayan meleklerdir.
“Abdestin yok, dokunma!” deyip insanları Kur’an’dan uzaklaştırırsak işte böyle dinden habersiz cahiller topluluğunun içinde kalır, Kur’an üzerine inceleme araştırma yapmak isteyenlerin önüne set çekeriz. Kadınlarımız, kızlarımız bir de özel hallerinden dolayı Kur’andan uzaklaştırılıyor ki bu da ayrı bir bahis. Bu konuda Allah’ın bir hükmü yok ama ne yazık ki rivayetler, “fısıltı hocaları” Kur’an hükümlerinin önüne geçebiliyor!
Kur’an mealleri üzerinde çalışırken bir de “ayaklara mesh” konusu dikkatimi çekti. Maide 6’daki abdest alma şekli yorumlanırken, inceleme fırsatı bulduğum kırk civarında mealin 25’inde ayaklar için “yıkayın”, 9’unda “yıkanır”, 2’sinde “mesh edilir”, 5’inde ise “ister yıkanır ister mesh edilir” anlamını çıkardığım “yıkanır/mesh edilir” ifadelerini görünce durakladım. Normal olarak ben de çoğunluk gibi abdest alırken ayaklarını yıkayanlardandım ancak araştırılması gereken bir konu ile karşı karşıya kalınca detaylı olarak araştırmaya başladım.
Ayakları yıkama ve mesh etme konusundaki tereddüt, “Ayaklarınız” anlamına gelen “erculeküm/erculiküm” kelimesinin telaffuzundan kaynaklanıyordu. Arapçadaki bir kaideye göre fail ve zamir ilişkisinden dolayı bu kelime “erculeküm” olarak okunursa “ellerinizi kollarınızı yıkayın” ibaresine bağlanarak “yıkanır” anlamı kazanırken, “erculiküm” olarak okunursa bu defa da “başınızı mesh edin” ifadesine bağlanıp “mesh edilir” anlamı veriliyordu. İslamiyet’in ilk yıllarında da bu konuda tereddüde düşülmüş, bazıları öyle bazıları böyle kıraat etmişler ve ayrılık o zamandan başlayınca bu defa rivayetler devreye girmiş. Peygamberimizin, bir sefer dönüşü abdest almakta olanlara hitaben, “O topukların ateşten çekeceği var” dediği ve bu yüzden “ayakların yıkanması gerektiği” rivayet edildiği gibi bizzat kendisinin “çorapları, nalınları üzerine mesh ettiğine” dair rivayetler de var. Keza Peygamberimizin, başını da sarığı üzerinden mesh ettiği bildirilmektedir.
Bu arada, Ayşe Ulya Özek tarafından konu ile ilgili ayetten yola çıkılarak ilgili bütün hadis külliyatı ve rivayetler tarandıktan sonra hazırlanıp kabul gören akademik bir teze de rastlayınca baştan sona okudum. Bu tezde “Ayakların mesh edilmesi gerektiği” savunuluyordu ve kabul görmüştü. Yıllar önce Prof Dr. İbrahim Canan tarafından hazırlanan 18 ciltlik Kütüb-ü Sitte külliyatı da kitaplığımda bulunuyordu. İlgili hadis rivayetlerini bir daha gözden geçirme imkânı buldum.
Bununla da yetinmeyip araştırmalara devam edince, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden, İstanbul İlahiyatçılarından bazı profesörlerin “çıplak ayak ya da çorap üzerine mesh edilir” açıklaması yapan videolarına rastladım. Mesela bir profesör aynen şöyle diyordu: “Ankara İlahiyat Fakültesi’nde Cuma namazı için üç profesör arkadaş yan yana abdest alıyorduk. Solumdaki arkadaş ayaklarını yıkadı, ben çoraplarım üzerine mesh ettim, sağımdaki arkadaş da çıplak ayakları üzerine mesh etti ve üçümüz de birbirimize bir şey demedik. Her üçü de olur.”
Sonra Diyanet’in konu ile ilgili bir görüşü olup olmadığını araştırırken Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerinden birinin videosuna rastladım. O da, “Ayakların mesh edileceğini söyleyen hocalar da var ama biz klasik kaynaklarda yer alan uygulamaları esas alıyoruz ve yıkanmalıdır diyoruz” diye görüş bildirmişti.
Bütün bunlardan sonra gelelim Maide 6. Ayetin tamamına bakmaya: “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı mesh edin, iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın/mesh edin, abdest alın. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta iseniz, yolculuk sırasında yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse, eşlerinizle birlikte olmuşsanız ve su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla mesh edin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor.”
Ünlü İlahiyatçılarımızdan biri olan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 12. Diyanet İşleri Başkanı olarak görev yapan (1976 - 1978) Prof. Dr. Süleyman Ateş’in, “Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri” adıyla yayınladığı 12 ciltlik bir tefsiri var. Araştırmalarım sırasında, kitaplığımda bulunan bu eserin 1989 yılında yapılan baskısına ait 2. Cildin 474. sayfasını açıp abdest, gusül ve teyemmüm konusu ile ilgili olan Maide 6’yı ve tefsirini tekrar tekrar okudum. Sayın Ateş’in, bu ayetin abdest konusunu anlatan ilk cümleleri için yaptığı tercüme aynen şöyle:
“Ey inananlar! Namaza durmak istediğiniz zaman yıkayın yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi; meshedin başlarınızı ve topuklara kadar ayaklarınızı!”
Ayetin tefsirini yaparken de “ayakların yıkanması” ya da “mesh edilmesi” konusundaki rivayetlerden söz ettikten sonra, “Hiç şüphe yok ki Kur’anın emri mesihtir, farz olan budur. Mesh, ıslak eli bir uzva hafifçe sürmek demektir. Bu, hafif yıkama sayılır. Mesih yapmakla Kur’anın emri yerine gelmiş olur. Ancak Allah’ın elçisi Kur’anın emrinden fazlasını da yapmış, her zaman olmasa da çoğu kez ayaklarını yıkamıştır” (Syf. 480) diyen Prof. Dr. Süleyman Ateş bu konuda bir otorite ise, başka ilahiyatçılar arasında ayaklarını yıkayanlar olduğu gibi çıplak ayak ya da çorap üzerine mesh edenler varsa ve bu kolaylık yalnızca ilahiyatçılara tanınan bir hak olamayacağına göre tereddütleri giderici açıklamalar mutlaka yapılmalıdır. Üstelik bu, oldukça zaruridir. Çünkü özellikle hanımlar şehirlerarası yolculuklarda, hac ve umre ziyaretlerinde abdest konusunda sıkıntı çekmekte, sırf ayak yıkama zorluğu yüzünden vakit namazlarını bile kılamamaktadırlar. Çalışan bayanların da ayak yıkama zorluğundan dolayı öğle, ikindi ve bazen de akşam namazlarını kılamadıklarını yakinen biliyorum. Yeterli bir açıklama yapılarak kamuoyu aydınlatılmadığı için bunun vebali din adamlarına ve tabii ki Diyanet’e de uzanmaz mı?
elbette bu konuda hüküm verme durumunda değilim. Ancak Maide Suresi’nin Veda Haccı sırasında vahyedilip son gelen surelerden oluşu düşünülerek ilgili ayet bütünü ile değerlendirildiğinde, sonunda yer alan “Allah size zorluk dilemez ve şükredesiniz diye üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister” buyruğunun yalnızca gusül ve teyemmüme has olmayıp normal abdest için de geçerli olacağını düşünüyorum.
Gelecek yazı: “İslamiyet Akledip Düşünmeyi ve İlim Yapmayı Emrederken Müslümanlar Ne Yapmaktadır?"