22 yıldır yaşadıklarımızdan hiç bir ders almayan, hâlâ bu iktidardan adalet bekleyenler var.

Biz adaleti yıllar önce kaybettik. Üstelik kaybederken de çılgınca alkışladık.

Deniz Feneri davası Almanya'da mahkûmiyetle neticelendi, burada üstü örtüldü. Sanıklara ceza isteyen savcıların başına gelmeyen kalmadı.

17/25 Aralık’ta patlayan rüşvet/yolsuzluk çarkı ‘kumpastır’ denilerek kapatıldı. Zarrab'ın önüne yatarım diyenler, tapeler, her biri bal gibi delil olan görüntüler yok sayıldı. O gün bugündür iktidar, tepkileri FETÖ'ye yönlendirerek her sorumluluktan kendisini kurtarıyor. Oysa ne yaptılarsa beraber yaptılar, aynı menzile yürürlerken birden bire hasım oldular, sonrası malum.

İki yüz defa Kamu İhale Kanunu değiştirildi. Niçin, diye kimse sormadı. Demokratik ülkelerde, rüşvet ve yolsuzluk için kimse bir boşluk bulamasın diye yasalar çıkarılırken, bizde yolsuzluğa, kayırmaya müsait hâle gelsin diye yasalar çıkarıldı. Mehmet Şimşek, vatandaşın boğazına yapışacağına, Kamu İhale Kanunu’ndaki -istisnaları- kaldırsa daha fazla gelir elde eder. Ama yandaşın arpalıklarına dokunmak mümkün mü?

Hâkimler Savcılar Kurulu, üye seçim biçimi ile iktidara bağlandı.

Kuvvetler ayrılığı yok edildi. Hâlbuki yıllar boyunca Atatürk'ü eleştirmişler, kuvvetler birliğine karşı çıkmışlardı. Ellerine fırsat geçer geçmez eleştirdiklerinden daha kötüsünü yapıp, yargıyı partileştirdiler.

Zincire vurulmuş bir yargı erki adalete hizmet edebilir mi?

Daha bir çok şey sayılabilir.

Şimdi Sinan Ateş davasından adalet bekliyoruz. Soruşturmanın ‘derinleştirilmemesi’ için Ateş ailesinin avukatlarının hiç bir talebini kabul etmeyen, cinayetin siyasi ayağını açığa çıkarmak için sorulan sorulara izin vermeyen bir heyetten hangi adalet beklenebilir?

Böylesine derin bağlantıların ve çok sayıda sanığın olduğu bir davada 2 hafta sonraya duruşma verip, savcıdan mütalaa vermesini isteyen bir mahkeme bu işin daha fazla büyümesini istemiyor demektir. Oysa yargının görevi olayın bütün yönleriyle aydınlanmasını sağlamak, kamu vicdanını tatmin edecek bir yargılama yapmaktır. Bu acelecilik, adaleti geciktirmeme duyarlığından çok iktidar ve ortağının daha fazla yıpranmasını önleme amacı taşıyor. Çünkü dava uzadıkça hem siyasi ayak daha belirginleşiyor, hem de vatandaşın ilgi ve katılımı daha artıyor. En son polis şefi Kerem Gökay Öner, olayın azmettiricilerinden olduğu iddia edilen Tolgahan Demirbaş'ı dışarıda değil, Olcay Kılavuz'un evinden aldıklarını ama tutanağın bilinçli olarak yanlış tutulduğunu, Kılavuz'un korunduğunu açıkladı. Mahkemenin görevi olayın arka planının aydınlanmasına neden olacak bütün delilleri titizlikle toplamak ve değerlendirmektir. Bu açık beyana rağmen mahkeme, söz konusu polis şefinin dinlenmesine yönelik talepleri reddetti. Bu kararı ile cinayetin siyasi ayağını ortaya çıkarma iradesi taşımadığını gösterdi. Ben avukat olsam ve davada Ateş ailesini temsil etseydim bu talep reddedildiği an topluca mahkemeyi terk eder, mahkemenin bağımsız ve tarafsızlığından emin olmadığımı söylerdim. Mahkemenin gidişatı ve alelacele savcıdan mütalaa istenmesi adaletin bir başka bahara kaldığını gösteriyor. Bir süre önce CB Erdoğan'ı ziyaret eden Ayşe Ateş ve sevgili çocukları adaletin tecelli edeceğine ne kadar da inanmışlardı. Oysa 22 yıldır izlediğimiz film, bize böyle bir umut veya inanç bahşetmiyor.

Bekleyin göreceksiniz...