Bu başlıkta ilkyazım Aralık 2011'de yayınlanmıştı. İzlerin karışmasından dertlenmiştim.

At iziyle it izinin karıştırılmasına milletimiz eskiden beri alışıktır. At-avrat-silah üçlemesinin hatırına bozkurt izinin at izine karıştırılmasını da hoş görelim. İyi de, it iziyle bozkurt izinin karıştırılmasını nasıl hazmedeceğiz? İt ittir kurtta kurt, fıtrata aykırı bir kere.

Zor dostum gerçekten çok zor...

Sayın Cumhurbaşkanı da "... şu var ki at izi, it izine karışmış vaziyette..." diyerek emin olduğu bazılarının da FETÖ suçlamasına muhatap kılındığından şikayetçi olmuştur. Artı, bunlarla ilgilenilmesini istemiştir.

Çok yerinde ve hakça bir yaklaşım. Ancak Sayın Cumhurbaşkanının emin oldukları muhtemelen böylece kurtulabilecekken, bizlerin emin olduklarıyla kim ilgilenecek? Onların hali ne olacak?

Sahi bu ne iştir?

1960 ihtilali olur, Başbuğ sürgüne gönderilir ama Menderes’in idamındaki paya ilişkin atılan iftira halen hayasızca kullanılır.

12 Mart olur, ülkücüler “faşo(!)” muamelesiyle sıkıntılar yaşar.

12 Eylül olur ülkücüler idam edilir, çilehanelerde ömür tüketir, bazıları 50’sinden sonra çoluk-çocuğa karışabilir, iş ararken sicilleri dur der ama nemayı hep başkaları toplar.

Hükümetler değişir, ilk iş ülkücü bürokratlar görevden alınır veya süründürülür. Alnı secde görüyor diye birileri korunur kollanır, ülkücülerden alnı secde görenler ise ellerinde imanometre varmışçasına üç maymun paradoksunda görmezden gelinir.

FETÖ darbe yapmaya kalkar ülkücüler sokağa çıkar, can verir ama sonra mağduriyetler silsilesini yine onlar yaşar.

Darbe gecesi MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, devletimizin ve milletimizin yanındayız, tehlikeyi def için en öndeyiz der ve meydanların rengi değişir. Sonrasında boşalan koltuklara atamalar yapılırken ülkücüler yine unutulur.

Şimdiki FETÖ, eskiden cemaat etkinken, eğitimleriyle ve tecrübeleriyle uyuşmayan kurumlarda hep en tepelerde dolaşanlardan halen görevdekilere bir şey sorulmazken, bozkurt izi it iziyle karıştırılır ve ülkücüler tasfiye edilir.

Ülkücülük ne zor(!) işmiş.

Savaşta sen ölürsün, barışta sen dayak yersin, Arasat’ta halin dahi sorulmaz.

Diyarbakır’da, Ortaokulun başlarında bize ülkücülüğü anlatan Tufan Danışkan Öğretmenimizle halen görüşürüz. 15 Temmuz ihaneti sonrası da birkaç kez görüştük. Son görüşmemizde ironiyle “Hocam başımıza ne iş açmışsın? diye sordum. Sonrasında hemen ilave ettim, “hocam iyi ki bizim okulumuza gelmişsin ve iyi ki bize vatan sevdasını, millet aşkını anlatmışsın. Rabbim Başbuğumuza rahmet eylesin, size de hayırlı ömür versin.”

Sahi bu iş ne iş?

Biz ülkücüler; Tek başına iktidarın özlemiyle, sürekli ötekileştirilmenin acısıyla, taş medreselerdeki anıların avuntusuyla, yeterince birbirini sevememenin ayıbıyla ve her ihtilalde yiyeceğimiz darbeyle ömürlerimizi tüketecek gibiyiz. Ahirimiz iyi olur inşallah.

Beyler şunu kabul edin artık. Ülkücü vatanı ve milleti için ölür ama ihanete harç koymaz, kula kulluk yapmaz ve gerçek ülkücüden Fetöcü-Metöcü olmaz.

Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun önce ülkem diyenlere.

[email protected]