Bilinen bir olaydır: Peygamber efendimiz bir sahabeyi komutan olarak tayin edip, gazaya gönderir. Ateş yakıp etrafında oturdukları bir sırada Komutan sahabi, diğerlerine sorar:
“ Beni başınıza kim tayin etti?”
“Allah Resulü.”
“Peki Allah resulünün tayin ettiği bir komutanın emirlerine uymak gerekir mi?”
“ Gerekir”
“O zaman emrediyorum ateşe atlayın”
Sahabelerin bazısı ateşe atlamak ister diğer bazısı onları arkasından tutarak” Biz zaten ateşten kurtulmak için Müslüman olmuştuk” diyerek engel olur.
Medine’ye dönüşte olay peygamber efendimize aktarılır. Yüce peygamber: “Eğer ateşe atlasaydınız helaktaydınız” der.
İslam’da hiçbir kişiye, hiçbir makama kayıtsız şartsız teslimiyet yoktur. Kayıtlı ve şartlı itaat vardır. O kayıt ve şart; İslam’dır.
Bir partiye, bir lidere tabiiyetin ölçüsü de budur. Partilerin, liderlerin sadece doğrularının peşinde gidilir, yanlışlarının, ülke ve millet menfaatlerine olmayan politikalarının peşinden gidilmez. Çünkü her şey gibi siyası tercihlerimizin de manevi bir hesabı ve faturası vardır.
Ne yazık ki günümüzde böyle bir hassasiyetin varlığından söz etmek mümkün değil. İnsanlar, muhasebesiz, düşüncesiz, hesapsız bir şekilde parti veya liderlerin peşinden koşabiliyorlar. Doğruyu yanlıştan ayırma veya seçici davranma duyarlılığı yok. Bu da ülke sorunlarının her geçen gün büyümesine, ödenen ve ödenecek maliyetlerin artmasına neden oluyor.
Rahmetli Ömer Lütfü Mete bir kitabında erkeklik zarından bahseder. Ona göre kadınlar gibi erkeklerin de bir bekaret zarı vardır. Bana göre buna erkeklik onuru demek daha uygun olur. İşte o onurun nasıl zamanla aşındığını askerlik örneğinde şu şekilde anlatır.
“Askere giden birine birkaç gün içinde bir üsttü ana-avrat küfür eder.(Bugün askerlik bu tür ayıplardan arınmıştır) O ana kadar kimse o gencin anasına avradına küfür edememiştir. Edenin de cezasını, en azından ağzının payını vermiştir. Hiçbir zaman anasına küfür edildiği zaman susan -onurunu kaybetmiş-tiplerden olmamıştır. İlk küfürü yediğinde sabahlara kadar yatamaz, doluya koyar, boşa koyar bir türlü işin içinden çıkamaz. Çünkü karşısında sadece bir kişi değil, bir kurum olduğunu ve onu da aşamayacağını düşünür. Kıvrana kıvrana sineye çeker. Birkaç gün sonra ikinci defa aynı küfürü duyduğunda yine küplere biner, yine uykuları kaçar ama birincisine göre biraz daha az tepki koyar. Üçüncü-dördüncü küfürlerde ise artık alışmıştır. Küfredenle dövüşmeyi aklına bile getirmez, bunu durumun gereği olarak neredeyse normal olarak karşılamaya başlar. İşte Ömer Lütfü Mete’ye göre bu noktaya gelen bir gencin artık kızlık zarı gitmiş, bekareti izale olmuştur. Sivil hayata geçtiğinde de -küfürlere tepkisi- sınırlıdır.
Siyasette de böyledir. Partiler, liderler hata yaptığında ilk tepkiler çok sert olur. Bu ilk anda, kişi araftadır, parti veya liderini bırakıp bırakmamakta kararsızdır. Bırakırsa hak perestliği, siyasi aidiyetine tercih etmiştir. Bırakmazsa tıpkı Ömer Lütfü Mete’nin hikayesinde olduğu gibi kızlık zarını kaybetme yolunda bir adım atmıştır. Sonraki hatalarda tepkiler azalır artık her şey kabul edilir hale gelir.
İşte bugün siyasetin de diğer yapıların da hiçbir tepki korkusu duymadan son derece pervasız ve ölçüsüz hareket etmelerinin sebebi budur. Doğru/yanlış,iyi/kötü,helal/haram hassasiyeti, parti ve lider taassubu tarafından aşılmış, ateşe atlamaya hevesli büyük bir kitle var. Oysa İslam bize ateşten korunmanın yollarını göstermek için gelmişti. İçinde bulunduğumuz ekonomik ve siyasi krizin nedeni de budur: Yanlışa alışmak!
Herkes her şeyi görüyor, ama yanlışa alıştığı için onun yerine iyiyi, güzeli, doğruyu ikame edecek mecali kendinde göremiyor.