Avukat sayısı iki binin üzerinde olan illerde birden fazla baro kurulması konusu tartışmaya açılmış ve sonunda yasal altyapısı da hazırlanarak yürürlüğe girmişti. Yürürlüğe girmişti girmesine de işte en çok avukatı barındıran ve en az 20 (yirmi) ayrı baro kurma potansiyeline sahip olan İstanbul’da bile iki bin imza toplanıp harekete geçilemiyor. Çünkü aklıselim birlik ve beraberliği gerektiriyor. Her grubun, her siyasi partinin ve ne yazık ki sayısı oldukça kabarık olan her cemaat/tarikat/oluşumun birer barosu olduğunu düşünebiliyor musunuz?
Türkiye’de zaten adaletin “felç olduğu” ve rahmetli Karakoç’un ifadesiyle “değnekle yürüdüğü” bir dönemde böyle bir kaos yaratmak doğru değildi ama bu konularda üstümüze olmadığı için bunu da “başardık!”
Geçtiğimiz günlerde de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ortaya bir laf atarak “Türk Tabipler Birliği kapatılmalı” dedi. Alın size bir kaos, bir kargaşa daha. Gerekçe, Türk Tabipler Birliği yönetiminde olanların tutum ve davranışları, HDP ve dolaylı ya da dolaysız olarak PKK ile ilişkileri… Yani yönetimde bulunanların hatası, yanlışı, suçu, kanunsuzluğu ama bu yeni ortaya çıkmış bir durum değil ki! Salgın döneminde bir bakıma dışlanan ama geniş üye profili ile olup bitenlere hâkim olan birlik yönetiminin resmi açıklamalarla çelişen ve onları eleştiren beyanları rahatsızlık yaratıyordu ve Devlet Bey kestirip attı: “Kapatılsın!..”
İyi de Türk Tabipler Birliği Kanun’la kurulmuş bir birlik ve amaçları da belli:
“Üyelerinin maddi, manevi haklarını korumak, meslek disiplinini sağlamak, hasta yakınmalarını araştırmak, hekimlerin çalışma ücretlerini belirlemek gibi konularda çalışmak.”
Kuruluş amacı dışına çıkılıyor ve üzerine vazife olmayan işlere burnunu sokuyorsa yapılacak iş bellidir; hukuk yoluna başvurmak ve çıkan karara göre hareket etmek. Keza, TTB yönetiminin yakınlık duyduğu HDP için de aynı işlemin yapılması gerektiği halde siyasi iradenin hiç o yola girmeyi düşünmemesi de böyle değerlendirilmelidir.
Avukatlık baroları ve TTB yönetimleri ile ilgili bir gerçek daha var ki bunda yönetimlerden memnun olmayan, her fırsatta şikâyet eden avukatlarımızın, doktorlarımızın ve aynı şikâyetleri daha da ileri götüren siyasi iradenin kabahati büyük. Çünkü sayıca üstün olunduğu apaçık ortada olan alanlarda bile organize olunamadığı için seçimler kaybediliyor, sonra da kedinin yetişemediği ciğere “pis” demesi misalinde olduğu gibi ele geçirilemeyen dernekler, birlikler hemen tu-kaka olarak ilan ediliyor!
Malum, devlete ait fabrikalar bir bir satılırken de “Zarar ediyor” falan deniyordu. Islah edip arpalık olmaktan kurtararak kâr etmesini sağlamak varken “Sat kurtul, ver kurtul” anlayışı ile yok pahasına verilip neler neler elden çıkarılmadı? Elden çıkarılmakla da kalmadı tabii; TELEKOM, TEKEL ve SEKA örneklerinde olduğu gibi o kuruluşları satın alanların nasıl vurgun vurduklarını da bilmeyen kalmadı. Demek ki satarak, kapatarak işin içinden çıkmak yerine işletmeyi becermenin yollarını arayacak, düzenlemelerini yapacaksınız. Bu yapılırsa zaten vergi ve zam yükleri altında ezilen vatandaş derin bir nefes alacak ama yapılmadı, yapılmıyor. Keza şeker fabrikaları da satılıp Rusya’dan, şuradan buradan şeker ithal edilmedi mi? Oysa bir zamanlar kamyonlar, vagonlar dolusu şeker ihraç ediyorduk.
Dernek, Baro, Oda ve Birlikleri politikadan arındırıp amaçları doğrultusunda çalışmalarını sağlamak yerine yönetimlerini beğenmeyince bölüp parçalamak ya da kapatıp gitmek de elde avuçta ne varsa satıp savmaktan farksızdır. Kısacası bu anlayış, bu uygulama işin kolayına kaçmaktır. Pireye kızıp yorganı yakmak uygun değildir ve hele de devlete hiç yakışmaz. Bir kere yol açıldı mı arkada ne Odalar, ne Birlikler var. Yazık değil mi? Aslında çözüm üretme sanatı olan siyaset kurumu bizde çözümsüzlüklerin ve kolaycılıkların kaynağı oluyorsa herkesin ellerini başlarının arasına alarak bir değil bin defa düşünmesi gerekir.
12 Eylül 1980 öncesini yaşayan biri olarak barolarla ilgili yeni yasa konusu tartışılırken de birlikte rahmet, ayrılıkta azap olduğunu, olacağını yazmıştım. TÖS’lü, TÖB-DER’li, ÜLKÜ-BİR’li, POL-DER’li, POL-BİR’li, MEM-DER’li, ÜLKÜM’lü günlerde millet olarak neler çektiğimizi biz biliyoruz da devleti yönetenler ve siyasi liderler bilmiyorlar mı? Unutmuşlarsa devletin kayıtları da kaybolmuş değildir herhalde. Bunları bile bile Baroları, Birlikleri, Odaları bölüp parçalamak, olmadı kapatmak iş değildir. Bu, işin idareyi ilgilendiren yönü.
Diğer yönüne gelecek olursak…
Meslek kuruluşlarının ideolojilere göre maksatlı hareket etmesi hoş bir davranış değildir. Seçimlerden önce elbette, “Biz daha iyi yönetir, meslektaşlarımızın haklarını daha iyi savunur, ilgi ve yetki alanımızda atılımlar yapar, yapılması için mensuplarımızın önünü açarız” diye ortaya çıkan gruplar olmalı, demokratik usullerle yapılan seçimlerden sonra da o Birlik, o Dernek, o Baro, o Oda her ne ise; bütün meslektaşlarının kuruluşu olarak amaçları doğrultusunda çalışmalıdır.
Bu konuda aklıselimin galip geleceği ve hatta barolar konusunda da yapılan yanlıştan dönülüp bir orta yol bulunacağına inanmak istiyorum. Tekrar ediyorum ki, siyaset kurumunun görevi çözümsüzlük yaratmak değil çözüm üretmektir.