“İyi Niyetlerinden Asla Şüphe Etmediklerime Sitemler” başlıklı bildiri mahiyetindeki yazıma şu ifadelerle başlamıştım:
“ Hemen her siyasi partiden, siyaset dışından ve her yaş grubundan harama el uzatmayan, asla kul hakkı yemeyen, tabir yerinde ise yolda yürürken karıncaları bile incitmemek için bastığı yere dikkat eden, lükse, israfa dalmayan, şatafatta asla gözü olmayan, komşuları, arkadaşları ile iyi geçinen dürüst, ahlâklı, namuslu öyle güzel arkadaşlarım, dostlarım, akrabalarım var. Yakınlık ve tanışıklığım olmamasına rağmen cemiyet içinde bu özellikleri taşıyan daha pek çok insan olduğunu da görüyor ve duyuyorum.
Gelin görün ki işin içine siyasi taassup girince insanlar kendileri olmaktan çıkıveriyorlar. Akılları kiraya veriliyor, fikirlerinin dümeni başka ellere geçiyor ve normalde günahsız yaşayan bu insanlar şahıs olarak yine aynı hayatı sürdürmelerine rağmen farkına bile varmadan bir anda o çok tartışılan “troller” haline dönüşerek günah bataklığına saplanıveriyorlar…”
O yazımın büyük ilgi görmesi üzerine de, “Bir İyi Niyet Bildirisi Yayınladım Hayatım Değişti” başlıklı yazımla hem gösterilen ilgiye teşekkür etmiş, hem de tebrik ve teşekkür mesajlarından alıntılar yapmıştım.
Tabii, biz bunları yazarken öylesine sabit fikirli ve kaskatı olanları değiştirme iddiasında değiliz ama anlamaya çalışıyoruz. Hani Einstein, “Önyargıları parçalamak/değiştirmek atomu parçalamaktan zordur” demiş ya; doğrudur. Bunun farkında ve şuurundayız. Çünkü Yüce Allah Kasas Suresi 56. Ayette şöyle buyuruyor: “Sen istediğini doğru yola iletemezsin ama Allah dilediğini doğru yola iletir. Çünkü doğru yola iletilecek olanları ancak O bilir.”
Peki, neden böyledir?
“Akletmek” var ya akletmek/aklını kullanmak, “Düşünmek” var ya düşünmek! “Öğüt almak” var ya öğüt almak! “İbret almak” var ya ibret almak! İşte bunlar olmayınca ve insan kör bir taassubun içinde debelenince yelkenleri suya indirip kaderini başkalarına teslim ederek kendisi olmaktan çıkıveriyor!
Hele de bu “kör taassup” siyasi kaynaklı ise varmayın yanına! O bir mürittir ve Genel Başkanı da şeyhidir artık. Tıpkı tarikatlarda olduğu gibi aklı, fikri, düşüncesi elinden alınmış ve hissiz, duygusuz bir robot haline gelmiştir.
Kişi elbette ne ederse kendine eder ve o anlamlı vecizede çok güzel ifade edildiği gibi “Kendi düşen ağlamaz” ama “iyi niyetlerinde” şüphe olmadığını bildiğimiz ve her şeye rağmen kendi yaşayışlarında sapma olmayan insanların bu duruma düşmelerine de üzülüyoruz ve gönlümüz razı olmuyor.
Oturup düşündüm, kalkıp düşündüm, gezerek düşündüm, yatarak düşündüm ama bu hale bir ad bulamadım. Derken 10 Haziran’da ölüm yıldönümünü idrak ettiğimiz ve mezarı, 1937 yılında babası Törekul’un da defnedildiği Kırgızistan’daki Atabeyit/Ata Mezarı’nda olan ünlü yazarımız Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel Romanı’nda tasvir edilen “Mankurtlaştırma” konusu rüyama girdi:
Köleleştirilecek olan insanın bir fırsatını bulup kaçmaması ya da hesap sormaması için şuursuzlaştırılması yani bilincinin kaybettirilmesi gerekiyor. Bunun için saçları kazındıktan sonra kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir. Kafasında deve derisi bulunan kişi sıcak çölde ve güneş altında birkaç gün öylece bekletilir. Sıcağın etkisiyle büzülen deve derisi kafaya tamamen yapışır ve kafa derisiyle bütünleşmeye başlar. Kazınan saçlar yeniden uzamaya başlasa da oldukça sert olan deve derisini delip geçemez ve “kıl dönmesi” misali ters dönerek kişinin kafasından içeri doğru uzamaya başlar. Bir yandan sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı, öbür yandan ters yönde uzayan saçların baskısı altındaki insanın ızdırabı dayanılmaz bir hal alır. O kişi artık kendinde değildir. Hafızasını kaybetmiş, en yakınlarını bile tanıyamaz hale gelmiştir. Dolayısıyla efendisinin ya da hizmetine verildiği gücün emrine oynamaktan başka çaresi yoktur!
Allah tarafından “Eşref-i Mahlûkat/Yaratılmışların en şereflisi” olarak yaratılan insanoğlu ne yazık ki güç sahipleri tarafından ezilip horlanabiliyor. İşte bu Mankurtlaştırma, insanı bilinçsizleştirmenin en vahşice uygulanan metotlarından biri.
İşte o kötü rüyadan irkilerek uyandıktan sonra bir süre kendime gelemedim. Derken, iyi niyetlerinden asla şüphe etmediğim kişiler aklıma geldi ve Türk filmlerinde sık sık rastladığımız “Nayır, no’lamaz” repliği gibi, “Hayır, hayır! Olamaz” diyerek yataktan fırladım!
Öyle ya, o işlem zaten çok ilkeldi ve yaşadığımız çağa uymazdı. Günümüzde hâlâ “Deve sidiğinden” şifa uman insanlar olsa bile deve derisi metodu ile mankurtlaştırma yapılacak değildi. Çünkü günümüzde mankurtlaştırma daha kolay yollarla yapılıyor. İnsanlar artık türlü vaatlerle ve din unsuru da kullanılarak geçmişine, kültürüne, köklerine yabancılaştırılarak kendi yapısına uymayan grupları, fikirleri, siyasi oluşumları destekleyip canla başla savunabiliyor.
Ben yine de iyi niyetimi bozmuyor ve iyi niyetlerinden asla şüphe etmediğim dostların, arkadaşların, akrabaların ve bu anlayıştaki tanımadığım insanların aklederek, düşünerek, öğüt alarak yargılamaya ve “nerede hata yaptık/yapıyoruz” diye sorgulayıp kendilerine geleceklerine, yanlışa “yanlış”, doğruya “doğru” diyerek haksızlık, adaletsizlik, liyakatsizlik, lüks, israf ve yolsuzluklar karşısında susmayacaklarına inanmak istiyorum. Çünkü daha fazla günaha girmelerine gönlüm razı olmuyor.
Derken uyku dağılıp gitmişti ama kör şeytan durmuyordu! Aklıma bu defa da “közkamanlığı” getirmesin mi? Bir yanda mankurt, bir yanda közkaman! Sahi, közkaman ne idi? Yıllar önce Manas Destanı ile ilgili bir çalışma yaptığım için mankurtluk ve közkamanlığa aşinalığım vardı. Cengiz Aytmatov da zaten o konuları zihnimize yerleştirmişti. Sonra, Himmet Kayıhan ve Özer Revanoğlu ağabeyler de yazılarında közkamanlık meselesini işlemişlerdi. Özetle şu idi közkamanlık:
“Kişinin, şahsi çıkar ve gelecek endişesi ile kendi milletine, tarihine, kültürüne bilerek ve isteyerek düşmanlık etmesi ya da inanmadıklarını savunup kendine yakıştıramadıklarını yapanları desteklemesi, dolayısıyla başkaları tarafından kullanılması!”
Bu iş uzayıp gidecekti. Zaten sabah oluyordu; kalkıp önce bahçede, sonra kırlarda bayırlarda dolaştım. Temiz hava iyi gelmiş, iyi ve güzel şeyler düşünmeye başlamıştım. “Mankurtluk da, Közkamanlık da insanlıktan uzak olsun, Allah insanımızı kör bir siyasi taassubun esiri olmaktan korusun ve kurtarsın” diyerek işimin başına döndüm.