Vatanseverlik, millîlik veya yerlilik gibi kavramlar adına öylesine algılarımızla oynanmış bir dönemden geçiyoruz ki, bırakınız "terör ve güvenlik" konularını, ülke ekonomisine dâir verileri paylaşmamız veya bu yöndeki değerlendirmelerimiz bile, "devletin bekâsı" gerekçesiyle çeşitli çevreler tarafından kınamaya muhatap oluyor.
Kınama fiilinin ortak gerekçesi ise; "ülke ekonomisine dair verileri paylaşarak ülkemizi dış dünyaya gammazladığımız ve yabancı borçlanma piyasalarında borç bulmamızı olumsuz etkilediğimiz" gibi suçlamalara muhatap oluyoruz.
Muktedirlerin "algı operasyonlarından" etkilenerek bu yönde itirazlarını ifade edenlerin bu yaklaşımı, sadece "başını kuma gömen kuş" sendromunu insan olarak yaşamaktan başka bir şey değildir.
Samimi arkadaşları tenzih ederek, "gözlerini kapatarak dünyayı karanlıkta bıraktıklarını" zannedenlere ifade etmek isterim ki, herkes rahat olsun Türk Hazinesi ve özel sektörüne borç para veren veya vadesi gelmiş borçları yenileyen dış piyasa oyuncuları, devletin yayınladığı verilere bile itibar etmeyecek şekilde, ekonomik durumumuza ait gerçek verileri Türk milletinin öğrenebildiğinden daha fazla, hatta ayrıntısıyla biliyorlar.
Kimse dert etmesin yani, sivil siyaset adına ülke ekonomisi hakkındaki değerlendirmelerimiz ülkemizi dış dünyaya gammazlamak şeklinde değerlendirilmez.
Peki bu durumda kendi Başbakan Yardımcısı Mehmet ŞİMŞEK'in "bilgi kırıntısı" şeklindeki "ekonomide kritik günlerden geçiyoruz" mealindeki açıklamaları iktidar çevrelerinin niye bu kadar tepkisini çekiyor?
Anlatalım o zaman...
Türk milletini yüzyıllardır adam yerine koymayan ve sistemin içine girmemesini sağlamış olan muktedirler istiyorlar ki, bu düzen hep böyle devam etsin, vatandaş yapılanları "hikmet-i hûkümet" adı altında bilinmez ve kavranamaz "efsunlu" faaliyetler olarak kabul etsin, sormasın, soruşturmasın ve sadece 5 yılda bir "ifsad" edilmiş ve yönlendirilmiş iradesiyle "oy" vererek ülkeyi yönettiğini zannetmeye devam etsin ve bu devran hep böyle sürüp gitsin.
Muktedirler de özetle; dış borçlanmaya, ithalata ve tüketime dayalı büyüme hikayeleriyle "şampiyonluk"larını ilân edecek hipnoz seanslarıyla ve her türlü hamâsî nutuklarla milleti oyalamaya devam etsinler.
Bu vesileyle "demokrasi ve hukuk ilkelerine taktığımı" ifade eden arkadaşlara da seslenmek isterim ki, "demokrasi ve hukuk" olmazsa bu tiyatro ve soygun düzeni de sonuna kadar "orta oyunu" şeklinde devam eder gider.
Vatandaş olarak, yapımlarına karşı olmamakla birlikte milletin sırtından ve geleceği ipotek altına alınarak yapılan Nükleer Santralin, 3.Hava limanının, Kanal İstanbul'un, Tüp geçitlerin, köprülerin, Kent Hastanelerinin maliyetini, fizibilitesini, sözleşmesini, kaç yıl boyunca bu yüke katlanacağımızı bilmeden, hatta bizi açıklanmasını bile istemeden "bekâ" hikayeleriyle avutulmaya devam ederiz.
Bu bilgileri istediğimizde veya çıplak bir şekilde değerlendirdiğimizde ise emin olunuz ki, "ekonomik casusluk" suçlaması ihdas edecek kadar muktedirlerin gözünün döndüğünü hep birlikte göreceğiz.
Sonuç olarak, her türlü siyasal ve toplumsal yapımız da "demokratik usul ve esasları" hafife alan, bu kuralları işletmeyen, "hukuk ilkelerini" ise "kantin yönetmeliği" gibi değerlendiren herkes bu YANAŞMA DÜZENİNİN devamından yanadır.
Kim ki, Türk milletinin her ferdini adam yerine koyarak, hür iradesini esas alarak, demokratik usullerle ve hukuk ilkeleri içinde "nimet-külfet" dengesini kurmaya çalışıyorsa, gerçek anlamda milletin birliğini ve devletin bekâsını korumaya çalışıyor demektir. Bunun usul ve amaç dışında gözümüzün önünde yapılanlar ise sadece ilizyondur, üç kağıttır, yalandır.
Bu sebeple tekrar ifade etmek isterim ki, HUKUK ve DEMOKRASİ kimilerinin zannettiği gibi, bizlerin fantezisi değil, milletin aşı, ekmeği, işi ve hür geleceğinin ta kendisidir.