Hobbes, "Kılıç olmaksızın anlaşmalar sözden başka anlam taşımaz” der.
Sözleşmeler, eğer arkasında bir güç varsa ete kemiğe bürünür.
Yaptırım gücünüz yoksa, yaptığınız anlaşmaların uygulanma ihtimali de yoktur.
Apo ile halvete girme yeni değil, 2012- 2015 yılları arasında da Öcalan’la görüşmeler yapılmış, belli bir noktaya gelinmişti. Suriye’deki yapılanma, örgütün moral motivasyonunu artırınca etnikçiler, bir Suriye’de burada yaratabileceklerini düşünmeye başlamışlardı.
Görüşmelerde bir sınır konulmayınca masaya her şey getirilmiş, çıta her gün biraz daha yükselmişti. Öyle ki Öcalan, HDP’li vekillere, ”Eski yaşam alışkanlıklarını bırakın, çünkü bir rejim değişikliği olacak” diyordu.
Değişiklikten neyi kastettiğini yine kendisi açıklıyordu: “Kürt reform tasarısı güncelleştirilecek, Vatandaşlık tanımı değişecek, bunun için şunu öneriyorum; anayasa bütün tarihsel kültürleri Türkiye’nin zenginliği olarak kabul eder, kendisini ifade ve örgütlenme hakkını tanır… ana dilde eğitimi tartışmıyorum bile,(yerel yönetimlerde) yasama hakkı, ekonomik özerklik olacak. Yerel yönetimler özerklik şartındaki çekinceler kaldırılacak…”
Öcalan’ın talepleri elbette bu kadardan ibaret değil, ama bunlar bile bir ülkenin içinde sınır çizmek, ayrı bir yönetim oluşturmak, parçalanmayı pekiştirmek anlamına geliyor. Özerklik devlet içinde devlet oluşturmaktır. Milli egemenliği yok etmeyen çok az özerklik vardır, bunlardan biri ve en uzun ömürlüsü Aaland özerkliğidir. Ayrılıkçı milliyetçiliğin geriliminin yüksek olduğu yerlerde özerklikler özgürlüğe, bağımsızlığa gitmenin bir ara durağı ve bunu gerçekleştiren bir kaldıraç işlevi görüyor,
Öcalan’ın rejim değişikliği dediği şey de aslında milli devletten milletsiz devlete, yani bir nevi kabileleşmeye geçiştir. Öcalan, zaten her fırsatta milli devlete karşı olduğunu söylüyor. Baskın Oran’dan alarak, merkeziyetçiliğe gerek kalmadığını belirtiyor.
Çözüm sürecinde Örgüt ve bileşenlerinin talepleri takip edildiğinde üç hedefe kilitlendikleri görülecektir: birincisi ana dilde eğitim, ikincisi özerklik, üçüncüsü statü, yani Kürtlerin varlığının anayasaya geçirilmesi. İki milletli bir anayasa, doğrudan devlet hakkı olan iki millet demektir. Böyle bir anayasanın öznesi bireyler değil, etniler, kabileler olur. Her kollektif ayrı bir hak talebinde bulunur, aynı coğrafyada farklı istikametlere giden merkezler oluşur.
Bunun sonu da ayrışma ve kopmadır.
Aradan on yıl geçtikten sonra Türkiye aynı delikten bir defa daha geçmeye hazırlanıyor. Hendek teröründe yaşananlar, verilen şehitler unutuldu. Öcalan o süreçte, ”Bu süreci biz hazırladık, önce devleti ısıttık ortak ettik, şimdi de AKP’yi ısıtıyoruz” diyordu. Devletle, AKP’yi ısıtmak çözüm sürecinin amacına ulaşmasına yetmedi, şimdi de Bahçeli üzerinden milliyetçileri ısıtıyorlar. Milliyetçilik milli bütünlüğün garantisi, milletin sigortasıdır. Türk milliyetçileri bu oyuna gelmemeli. Türk milleti ve devletinin her türlü bölücülüğü yenecek gücü, sözünü dinletecek kudreti vardır. Başkalarının merhametine sığınanlar başkalarının izin verdiği kadar devlet olurlar!