Haber Erk’te yayınlanan ilk yazımın başlığı “Vatan Mahzun, Ben Mahzun, Din Daha da Mahzun” idi. Uzunca bir yazı olmasına rağmen ilgi gösterildi. Tebriklerini bildiren herkese teşekkür ediyorum.
Elbette moral bozma gibi bir niyetim yok ama geleceğe dair millet ve devlet olarak kendimize çeki düzen vermemiz gereken pek çok konu var. Her şeyden önce milletimiz dini konulardaki cehaletini sorgulamalı ve hurafecilerden, kulaktan dolma bilgilerden kurtulmalıdır. Kur’an-ı Kerim kendi ifadesi ile “Apaçık bir kitap” olup Allah tarafından, “Anlaşılmak üzere” gönderilmiştir. O halde dinimizi zorlaştırmak kimsenin haddi değildir. Bu ve bundan sonra gelecek iki yazımda bu konu üzerinde durmaya çalışacağım.
Allah’a şükürler olsun ki okumasını yazmasını bildiğim için ihtiyaç duyduğum zaman kitap karıştırıp bilmediklerimi öğrenmeye, kafama takılanları araştırmaya gayret ediyorum. İnsanımız genelde okuyup araştırmadığı için gelenekten kopamıyor ve çok kolay ulaşabilecekleri kitaplarda bile yazılı olan bazı konular dile getirildiğinde sanki dinde olmayan bir şey söyleniyormuş gibi hemen karşı çıkabiliyor. Kısacası, tabuları yıkmak kolay değil ama okuyup araştırmak şart.
Bu konularda yeniden araştırma yapmamın sebebi ise başta 42 yıllık memuriyet hayatından sonra daha rahat çalışma imkânı bulmuş olmam olsa gerek. Çok öncelerden beri, “Bunca Kur’an meali varken insanlar niye okuyup anlamaya çalışmıyorlar ve mealleri okumaya başlayanlar niye bitiremiyorlar” sorularına cevap arayıp duruyordum. Bu arada inceleme fırsatı bulduğum 40 – 45 civarındaki Kur’an mealinin de aslında açıklamaya muhtaç olduğunu ve mesela İsra Suresi 12. Ayette, “Biz her şeyi açık ve ayrıntılı bir şekilde işte böyle anlatıyoruz” buyurulmasına rağmen meallerin açık seçik, herkesin anlayabileceği bir üslupta olmadığını bir defa daha görmüş oldum.
Yalnız bu kadar da değil tabii…
Belli kontrollerden geçip komisyonlarda incelendikten sonra basılan ilmihallerin özellikle hassas konuları herhangi bir şüpheye, tereddüde meydan vermeden açıklayamamış olmaları bir yana, Cenab-ı Allah’ın, Rum Suresi 32. Ayette, “…Ayrılığa düşen her zümre kendi inancı ve görüşü ile övünüp durmaktadır” buyurup, En’am 159’da, “(Ya Muhammed!) Şu dinlerini paramparça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır ve sonra, yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir” diye ikaz ettiği grupların şeyhleriyle hocalarının insanları dinden ve tabii ki asıl kaynak olan Kur’an-ı Kerim’den uzaklaştırmaktan başka bir iş yapmadıklarına kesin olarak kanaat getirdim. Çünkü bu kişilerin büyük çoğunluğu İslamiyet’in özü dururken tamamen teferruatla uğraşıyor, Kur’anda kesin hükme bağlanan konuları bile rivayetlerle, gelenek, hurafe ve efsaneleşmiş menkıbelerle anlatarak asıl amacından saptırmaya çalışıyorlar.
Masal ve hikâye dinlemek kolayına giden zavallı, saf insanlarımız da onları adeta ağızları açık ve kendilerinden geçercesine dinleyip başkalarına da anlatıyorlar; dolayısıyla ortalık Fısıltı Hocaları’ndan geçilmiyor! O sözde tarikat şeyhleri tabir yerinde ise aslında aysbergin su üstünde görünen yüzleri. Asıl “Fısıltı hocaları” kadınlar arasında “Okuma günleri” ya da başka adlarla düzenlenip giderek yaygınlaşan ev toplantılarında faaliyet gösteriyorlar. Bu toplantılarda hurafe adeta tavan yapıyor. Mesela, “Evde terlikle dolaşılırsa melekler ezilir”, “Namaz kılarken yan tarafa bir seccade daha serilip üzerine gül konursa Peygamber Efendimizle birlikte namaz kılınmış olur” gibi safsatalar o toplantılarda konuşulabiliyor, ilahiler bir eğlence atmosferinde söylenip siyasi mesajlar verilebiliyor ve bu faaliyetler tabii seçimlerde gidip oya dönüşüyor.
Meşhur sözdür, Kur’an öğrenen çocuklar için, “Benim oğlum binâ okur, döner döner yine okur” derler. Bu söz, Kur’an-ı Kerim’in alfabesi diyebileceğimiz “Kur’an Dili” ile işe başlayıp heceleme devresinde olanlar için söylenir. Ancak ne var ki, “Yüzüne” tabir edilen şekliyle Kur’an-ı Kerim’i “Bülbül gibi şakıyarak” okumaya başlayanlarda da değişen bir şey yoktur. Habire okunur, okunur, hatimler indirilir ve hatta kitapta 600 sayfa tutan 6666 ayet ve 114 sure baştan sona ezberlenip “hıfzedilir” de acaba Kur’an, okuyana ne demekte ve ondan ne istemektedir? Vereceğim basit görünen ama çok çok önemli olduğuna inandığım için tekrar tekrar dile getirmekten kaçınmadığım örnek, bu konuda ne demek istediğimi ve maksadımı açıklayacaktır sanırım…
Beş vakit namaz kılan bir Müslüman, rek’atlarda 40 ve her namazın ardında yaptığı dualar sonunda da 5 olmak üzere günde en az 45 defa Fatiha Suresi’ni okumaktadır. İyi güzel de, “Ümmü’l Kitab/Kitabın özü, anası” da denen ve sözlükteki ifadesiyle “Bir şeyi başlatan, açan” anlamına gelen Fatiha Suresi okuyana ne demektedir ve okuyan ondan ne anlamaktadır? Yalnızca 7 ayetten oluşan bu surenin bir 5. Ayeti var mesela ve beş vakit namaz kılan kişi Allah’a her gün -farkında olmadan- en az 45 defa şu sözü vermektedir: “Yalnız Sana kulluk/ibadet eder ve yalnız Senden yardım dilerim!” Peki, Fatiha okuyanların büyük çoğunluğu Allah’a böyle bir söz verdiklerinin farkındalar mı dersiniz? Farkında olsalar sanırım bunca insan hangi amaca hizmet ettikleri meçhul olan bazı kişi ve grupların peşine takılıp da yardım beklemezler, öyle değil mi? Süleyman Çelebi’nin Mevlid’de çok güzel ifade ettiği gibi “Bir kez Allah dese aşk ile lisan/Dökülür cümle günah misli hazan” ama insanımız bu kolay olanı yaparak doğrudan Allah’a sığınmak yerine başkalarına sığınıp şefaat bekliyor! Oysa “Gerçek bir dost ve yardımcı olarak Allah yeter.” (Nisa, 45)
Peki, suç yalnızca iyi niyetle, anadan atadan gördüğü şekliyle namaz kılıp Kur’an okuyanlarda mı? Diyanet’in, İlahiyat Fakültelerinin, İmamların, “Din uleması” olarak tanınanların kabahati yok mu? Bunca İmam Hatip Lisesi, bunca İlahiyat Fakültesi varken ve buralarda on binlerce öğrenci okurken gerçekler niye görülemiyor ve işin en acı tarafı, bunca “okumuş adam” bile niye cahil cühela adamlara “mürit” olabiliyor? Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’i“Okuyup anlamamız” için “Apaçık – Açık seçik” göndermesine, Cenab-ı Allah’ın, “Dinde zorlama yoktur” (Bakara 56), “Bilin ki Allah size zorluk dilemez” (Maide 6) ve Peygamber Efendimizin, “Zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız, nefret ettirmeyiniz, müjdeleyiniz” buyruklarına rağmen “Kur’an Mealleri”ni anlayabilmek için neden ve niçin başka meallere, sözlüklere, sorup soruşturmalara ihtiyaç duyuluyor? En azından bazı ayetlerin meallerini okurken neden bulmaca/bilmece çözer gibi uğraşılıyor?
Diyanet ve Diyanet Vakfınca yayınlananlar da dâhil piyasada bulunan meallerin hepsinde imla hataları var. Arapça ve Türkçe’nin cümle yapıları farklı ama meal hazırlayanlar Arapça’yı ön plana çıkardıkları için Türkçe cümle yapısını göz ardı ediyorlar. Bu da anlam kaymalarına sebep olabiliyor. Motamot tercüme doğru değil. Maksat Allah kelamı olan Kur’an’ın doğru anlaşılması ise okuyanın tereddüde düşmeyeceği bir anlam verilmeli, mealcinin bildiği her Arapça kelimeyi okuyanın bilemeyeceği düşünülmelidir. Ayetler tek tek anlamlandırılınca normal okuyucu boşlukta kalıyor. Oysa anlam bakımından birbirini takip eden ayetler paragraflar haline getirilebilir. Örnek olarak her Müslüman’ın anlamını çok iyi bilmesi gerektiğine inandığım Fatiha’yu bu kalıba göre açıklayarak yazımızı bitirelim:
Esirgeyen ve bağışlayan (Rahman ve Rahim olan) Allah’ın adıyla:
Hamd/şükür ve övüp yüceltme âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. Kullarını sevgi ve merhametiyle kuşatan Allah, yapıp ettiklerimizden asıl hesaba çekileceğimiz Kıyamet Günü’nün sahibi olup; bizleri esirger ve bağışlar. (Ey Allahım!) Biz yalnız Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz. Bizi, sapıtıp gazaba uğrayanların yoluna değil de, kendilerine nimet verdiğin kimselerin doğruluk yoluna ilet. (Amin…)