Bugün Sözcü'den Çiğdem TOKER'in "75 milyar dolarlık Varlık Fonu öyküsü" başlıklı yazıyı okuyunca, aylardır zihnimizi meşgul eden bir çok sorunun cevabına ışık tutacak tek "senaryonun"da ne olduğunu anlamış bulunmaktayız.

Ekonomiyi az buçuk takip eden herkesin, siyasi otoriteden merakla beklediği köklü adımları atmaması, aksine günü kurtaracak kısa vadeli "paketlerle" kamuoyunun meşgul edilmesi, yaklaşık bir yıldır radikal kararlar bekleyen piyasaların kaygılarını artırıyordu.

Sık sık bazı ekonomistlerden duyduğunuz üzere, ekonominin dengelerini yerine oturtabilmek için, yeni ve taze kaynak bulunması gerektiğine işaret ediliyor ve muhtemel senaryolar arasında, en sonunda IMF kapısına gidilmesinin şart olduğu savunuluyor.

Tersini savunanlar ise; ağırlıklı olarak yeni "dış politika"mızın dinamiklerine ve "jeo-stratejik" unsurlara işaret ederek, ABD'nin mutlak onayının şart olduğu IMF'den böyle bir kaynak bulunamayacağını, bulunsa bile siyaseten bir böyle bir adım atmanın, IMF şartları sebebiyle "siyasi intihar" sayılacağını ifâde ediyorlar.

Halihazırda bu tartışmalar devam ederken ve Ağustos 2018'den itibaren döviz kuru atağıyla başlayan ve artık halının altına süpürülmesi mümkün olmayan, köklü ekonomik problemlerin halledilmesi yönünde "orta ve uzun vadeli" tedbirlerden ısrarlı bir şekilde kaçınılması, ekonomik aktörlerin, piyasaların ve hane halklarının kaygılarını daha da artırırken, bugün Sözcü'de çıkan ve bizce "sızdırıldığı" anlaşılan bu habere kulak kabartmak gerekmektedir.

Haberde özetle; "Sermaye piyasalarında çok etkili olan bir "girişimci", Varlık Fonuna dahil kurum ve şirketlerin yıllık kâr paylarının teminat olarak gösterilmesi karşılığında, dünyada trilyonlarca dolarlık kaynakları yöneten "emeklilik ve sermaye fonları"ndan TÜRKİYE VARLIK FONUNA dört dilim halinde toplam 75 milyar $ kredi verebileceğini ve bu kredinin yıllık faizinin %3 ve vadesinin de 35 yıl olacağı bir paket teklif etmiş."

Çok basit bir hesapla, "komisyon" ve "manengment fe" denilen yönetim giderleri hariç, yılda 2,25 milyar $ faiz karşılığı Türk ekonomisine can suyu olacak bir teklifte bulunulmuş.

Tabi ki, bize dostluk yapan bu "girişimcinin" kim olduğunu ve bu fonların hangi ülkeye ait olduğunu şimdilik bilmiyoruz.

Bu anlamda üç yıl önce kurulan ve bir anonim şirket gibi faaliyet gösterecek VARLIK FONU'nun Yönetim Kurulu Başkanlığı'nın bizatihi Cumhurbaşkanı tarafından deruhte edileceği, yardımcısının da damat Berat ALBAYRAK olarak belirlenmesi bilgisini aklımızda tutarak, şimdi gelişmeleri adım adım takip edelim.

* Kredi derecelendirme kuruluşlarının Türk ekonomisi, Hazinesi ve bankaları için verdikleri "yatırım yapılamaz" şeklinde özetlenecek notları ortada iken; Türkiye Varlık Fonu adı altında bazı kamu şirketlerini bir araya toplayarak, "yatırım yapılamaz" şeklindeki fonlama sınırlamaları aşılmak istenmiş olabilir.

* Bu vesileyle bilgi vermek isterim ki, derecelendirme kuruluşlarının vermiş oldukları düşük notlar ortada olduğu sürece, sıkı kurallara bağlı olarak faaliyet gösteren "emeklilik ve yatırım fonları" isteseler de, sıcak para sahipleri gibi, istediği ülkeye yatırım yapamaz ve fon aktaramazlar.

* Yine mevcut şartlar altında ve ağırlıklı olarak Londra ve Newyork sermaye piyasalarından, sınırlı miktarda ve % 7-8 arası "tefeci faizi" ile borçlanma yerine, "esrarengiz girişimci" veya "fonun" % 3 faizli ve 75 milyar $'lık teklifi, yabana atılabilecek bir teklif değildir.

* Ancak anlaşılan odur ki, Varlık Fonuna dahil olmuş kamu şirketleri veya yıllık kâr oranları dikkate alındığında, bu teklifi hayata geçirebilecek bazı unsurlarda problemler var gibi. Mesela bu kamu şirketlerinin hızlı bir şekilde ve bilançolarında kâra geçecek astronomik zamlar yapması gerekecek.

7 Temmuz tarihinde MB başkanının azledilmesi, yeni MB yönetiminin tepeden tırnağa değişmesi, 43 sayılı Cumhurbaşkanı kararnamesi ile "yurtiçi ve yurt dışı şirketlere iştirak edilmesi" yetkisinin Hazineye verilmesi ve Hazine'nin bu yetki; "şirket kurtarmalar için kullanılmayacak" yönündeki açıklamalarından anlaşıldığı üzere, Varlık Fonu vasıtasıyla 75 milyar $ kredi kullanmanın önünde yasal ve fiili ciddi problemler olduğu anlaşılmaktadır. Bakalım bu engeller nasıl aşılacak ?

* Bu bilgileri size aktarmamızın ve yapmış olduğumuz değerlendirmenin amacı ise; iktidarın tek senaryosunun, bu kurtarıcı teklif olduğu ve teklif sahiplerinin istediği yasal altyapının ise Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle sağlanmak istediği sonucunu çıkarmamızdandır. Artık yasal şartlarda değişikliği IMF değil, sermaye fonları istiyor demektir.

Bu anlamda hükümetin, -artık hükümet de yok ama, alışkanlıkla hükümet diyoruz- ekonomimizin içinde bulunduğu yapısal problemlerden kaynaklanan kırılganlıkların ve yeni bir kur atağının önüne geçebilmek için kısa vadede aşağıdaki tedbirleri almaya çalışıyor.;

MB rezervlerini, a) vatandaşa ait döviz hesaplarının munzam karşılıklarını artırarak,

b) Daha önce bir gecelik veya bir haftalık vadeler için kullanılan "SWAP" işlemlerinin vadesini 6 aya kadar çıkararak, c) Katar, Azerbaycan, Çin gibi ülkelerle yapılan swap anlaşmaları ile artırmaya çalışarak, 75 milyar $'lık anlaşmanın gerçekleşmesini bekliyorlar.

* Kamu bankalarınca dövize müdahale edildiği, kurların kontrol altında tutulduğu ve bu durumun sürdürülebilir olmadığı yönündeki iddiaları dikkate aldığımızda, yine nefes almakta zorlanan bazı sektörlere faiz ve vergi düşüşü ile zaman kazandıracak geçici tedbirlere umut bağlandığı göz önünde bulundurulduğunda, siyasi iradenin TEK SENARYOSUNUN Türkiye Varlık Fonu vasıtasıyla ve "emeklilik fonlarından" sağlanması düşünülen 75 milyar $'lık kredi olduğu anlaşılmaktadır.

Peki bu 75 milyar $'a kavuşursak ne olur sizce; 2009 tarihinden itibaren uygulanan ve sadece iktidarın seçim kazanmasına endekslenmiş "ekonomik model" için uzatma anlamına gelen zaman kazanılmış olur. Problemlerin de yine halının altına süpürülmesine devam edilir.

Özetle ekonomiyi kurtarması beklenen "babayiğit" dışında, mevcutta başka da bir umut gözükmemektedir.