İttihat Terakki temsilcileri Enver, Talat ve Cemal Paşaların koca Osmanlı’yı batırmalarının ardından milletimiz canını dişine takarak yıkılan devletin temelleri üzerine yeni bir devlet kurdu ve adına da “Türkiye Cumhuriyeti” koydu.
Cumhuriyet, genel anlamda“Milletin egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı devlet biçimi.” Olarak tarif edilir. Ancak ne kadar acıdır ki Cumhuriyet kuruduğundan beri uygulanan yönetim biçimleri sebebiyle bu millet hiçbir zaman kendi kendini yönetme imkânına kavuşmamıştır.
1950 yıllarına kadar ülkemiz tek parti zihniyetiyle yönetilmiş; 1950 sonrası güya “Demokrasiye” geçilmiş ama milleti temsil eden vekillerin seçiminde hiç değişiklik olmamış. Sistem aynısıyla devam etmiş. Parası olan, zengin, itibarlı, parti başkanlarına yakın, onların emir eri olan, belli sermaye gruplarının adamları sözde demokrasi denilen sistem içinde milletvekilliğine aday gösterilmiş, millette kendisine dayatılan bu adaylar arasında bir tercih yapmıştır.
Milletin vekil seçmek için yaptığı bu tercihi şuna benzetmek mümkündür.
Bir kasap düşünün. Elinde kesilecek koyunları vardır. Onların da gönlünü almak ister. Koyunları kasap dükkânına çağırarak duvarda asılı duran bıçakları gösterir ve onlara şöyle der: “Biz de demokrasi var. Size seçme özgürlüğü veriyorum. Bunlardan birini seçin, seçtiğiniz bıçakla sizi keseceğim.” Koyunlarda bıçaklardan birini seçer ve böylelikle seçme özgürlüğünü tatmış olurlar!
Demokrasi diye millete dayatılan sistem de aynısıyla budur. Kurulan partilerde demokrasinin D’si bile olmadığı için belli yönetici kesiminin veya karizmatik liderlerin seçtikleri (Bu seçimin hangi ilkelere veya pazarlıklara dayandığını ve bu pazarlıklarda nelerin vaat edildiğini, konuşulduğunu okuyucuların ferasetine bırakıyorum.) kişiler arasından millette birilerini seçmek zorunda kalıyor. Bu sebeple olsa gerek vekiller arasında milletin dertleriyle dertlenenler yok gibidir.
Bu durum 1960 darbesi sonrasında da değişmemiş, her on yılda yapılan darbelerle devlet yönetimi seçkin azgın elitlerin, başkasının parasını gasp ederek zenginleşenlerin ve parti liderlerinin seçtikleri bendelerinin elinde olmuştur. 1980 darbesi sonrası da sistem değişmemiş, yapılan darbe Anayasası bugün bile hala hükümlülüğünü sürdürmektedir. Bu durum bile tek başına mevcut sistemin milleti değil seçkin azgın elitleri memnun etmek için tasarlandığını açık biçimde göstermektedir.
12 Eylül sonrası iktidar olan Özal döneminde de durum değişmemiş, ardından gelen Çiler ve 28 Şubat sürecindekiler de milleti memnun etme yerine kendilerini iktidara taşıyanların istek ve arzularını yerine getirmişlerdir. Bu süreçlerde sistemlerini devam ettirmek için milleti zaman zaman biraz rahata kavuşturmuş olsalar da hiçbir zaman insan gibi yaşama imkânını vermemişlerdir.
28 Şubat süreci sonunda batan bankalarla ekonomi dibe vurmuş, ABD’den ithal edilen Kemal Dervişler de çare olamamıştır. Bu dönemde yapılan bir seçimde millet düştüğü denizde boğulmak üzere iken can simidi gibi gördüğü Ak Parti’ye sarılmış ve onu tek başına iktidar yapmıştır.
2002 yılında zahiren millet tarafından iktidara getirildiği görünen Ak Parti’den sonra durum değişmiş midir?
Bence hayır?
Yine belli elit kesimler, seçkin aileler ülke yönetiminde söz sahibidir.
İktidara gelip tepeden aşağı toplumu İslamlaştırmak vaadinde bulunan Ak parti döneminde de durum değişmemiş, milletin yüzde onunu oluşturan seçkinler daha zengin olurken, yüzde doksan millet daha da fakirleşmiştir. Ülke gelirlerinin yüzde doksanını nüfusun yüzde onu yerken, geri kalan yüzde on ile de yüzde doksan yaşamaya çalışmıştır.
Devletin kurumu olan TUİK, açlık ve yoksulluk sınırlarını belirlerken milletin yüzde doksanı hiçbir zaman bu belirlenen fakirlik ve yoksulluk sınırının üzerine çıkamamıştır.
Necip Fazıl bu çarpık durumu yıllar önce, “Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa.” Mısralarıyla veciz biçimde dile getirmiştir.
Biz ülkeyi seçtiğimiz iktidarlar yönetiyor zannederken gerçek hiçte öyle görünmemektedir.
Ülkenin seçkin zenginlerinden ve batan bir bankanın sahibi olan Ali Balkaner’in, “Biz Türkiye’de 21 aileyiz ve ülkeyi bir yönetiriz.” Demesi tam bu noktada önem kazanmakta hayali bir söylem değil, bir gerçeğin yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.
FAİZ BELASININ BAŞIMIZA AÇTIKLARI
Bu felaket durum faizi baş tacı yapan sömürü sisteminin (Kapitalist- Liberalizm) uygulanmasının bir sonucudur. Bu sistem küresel sermaye çetelerinin temsilcilerinin kurduğu sistemdir ve devam etmesi için ellerinden gelen her şeyi yapmaktadırlar. Demokrasi denilen bu milleti kandırma sistemi de sömürünün başka bir aracıdır. Ne yazık ki bu sistemde de milletin dertlerini çözmek için seçilen vekilleri millet seçmemekte, aksine partileri yöneten seçkin elitlerin aralarında kendilerine lider olarak seçtiği kişinin seçtikleri arasında tercih yapmaktadır. Bunun için olsa gerek milletin vekilleri milleti temsil etmemekte, onların dertleriyle ilgilenmemekte ve TBMM’de milletin haklarını savunma yerine kendilerini o makamlara getirenlerin emir eri gibi davranmaktadırlar.
Bugün millet olarak yeni bir ekonomik kriz ile karşı karşıya kalmış bulunmaktayız. İğneden ipliğe her şeye zamlar yağmur gibi yağmakta ve milletin yüzde doksanı bu zamlar altında inim inim inlemektedir.
Bu durumun sorumlusu elbette iktidarın uyguladığı faizi merkeze alan yanlış ekonomik tercihlerdir. Ekonominin merkezine küresel sermayenin isteğiyle faiz illetinin yerleştirilmesi bu sonucu doğurmuştur.
Ak Parti’nin son yıllarda uygulamaya çalıştığı, “Faizi düşürerek enflasyonu yenme” girişimi iflas etmiş, ülke yönetimini yine eskiden olduğu gibi yüksek faizi savunan ve uygulayan ekiplere teslim edilmiştir. Teslim edilenler ise iki yıl önce bizzat Erdoğan tarafından Babacan ile birlikte “Hırsızlıkla suçlanan” ve küresel sermayenin adamı olan Mehmet Şimşek ekibi olmuştur.
Faiz bir ülkenin belasıdır. İnsanı yaratan Allah (cc) insanın kullanma kılavuzu olan Kur’an’da faizi kesin olarak yasaklamış ve bu illetin milletlerin çöküşünde başat rol oynadığını açıklanmıştır. Buna rağmen 22 senedir ülke yönetimi kendini Müslüman olarak tanıtan bir ekibin elindedir ama ne hikmetse faiz bir türlü kaldırılamamıştır.
“Faiz yiyenler, ancak şeytan çarpmış gibi, kabirlerinden kalkarlar. Bu, onların, ‘Alım-satım da ancak faiz gibidir.’ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Artık kime Allah’tan bir öğüt erişir de faizciliği bırakırsa geçmişteki kendisinindir, durumunun takdiri Allah’a aittir. Kim de yine faizciliğe dönerse işte bunlar orada devamlı kalmak üzere cehennemliklerdir.” (Bakara, 275)
İslam ekonomi sistemi faizi kesin olarak yasaklamış ve onun yerine emek, ticaret, meşru rekabet, şahsi mülkiyet, zekât ve infakla temsil edilen yardımlaşma esaslarına dayalı bir sistem önermiştir. Allah’a kafa tutan sistemlerin ekonomisi, ne yazık ki sömürü, bencillik, zayıf olanı ezme, malın tekelleşmesi, karaborsacılık ve tüm bunların sembolü olan faiz üzerine bina edilmiştir.
Kur’an toplumların huzur ve güven içinde, haksızlığa uğramadan, sömürülmeden yaşamaları için faizi yasaklarken, zekât, infak ve sadakayı emrederek insanlığı kardeşliğe, merhamete ve yardımlaşmaya teşvik etmektedir. Birer sömürü sistemi olan Kapitalist ve Liberalist sistemler ise faizi ekonominin merkezine koyarak insanlığı kaosa ve faciaya sürüklemiştir.
Kur’an bir yandan sermayenin / paranın tekelleşmesini ve belli ellerde toplanmasını yasaklamış, diğer yandan üretimi ve emeği emrederek toplumların huzur ve refah içinde yaşamalarını temin etmiştir.
Mevcut Kapitalist/Liberalist sistemin inatla koruduğu, savunduğu ve kurumsallaştırdığı haramlardan birisi yukarıda belirttiğimiz gibi Kur’an’ın kesin olarak yasakladığı faizdir.
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve şayet inanıyorsanız faizi terk edin.” (Bakara, 278)
“Şayet faizli bırakmadıysanız o hâlde Allah’a ve Resul’üne savaş ilan edin! Şayet tevbe ederseniz mallarınızın faiz bulaşmamış ana sermayesi size aittir. Zulmetmez ve zulme de uğramazsınız.” (Bakara, 279)
Kur’an faiz neden yasaklamıştır?
Çünkü faiz, haksızlıktır, zulümdür. Bir üretme ve kazanma aracı değil; bir çalma, sömürme, gasp etme ve kul hakkı yeme sistemidir. Üretmeyenlerin üretenlerin elinden faiz miktarı kadar malı zorla almalarıdır. Bunun için faiz yiyenler, fakir fukaranın etini yiyen ve kanını içen yamyamlar gibidir.
Faiz, İslam’ın hukuk ve ahlâk sisteminin temelinde yer alan “Hak” kavramına da aykırı bir sömürü sistemidir. Faiz kul hakkını hiçe sayarak, insanları kolaylıkla aldatmanın ve sömürmenin yolunu açar. Kazanıyorum zannederken aslında kaybeden fertleri ve birbirine güvenini yitiren toplumu felakete sürükler. Faiz yalnızca malın değil, hayatın da bereketini kaçırır.
“İnsanların malları artsın diye alıp verdiğiniz faizler, Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını umarak verdiğiniz zekâtlar ise, işte kat kat arttırılacak olanlar bunlardır. (Rum, 39)
Eskiden beri insanları sömürmek isteyen baronların ve para babalarının uyguladığı bu kirli faiz çarkı, günümüz sistemlerinde modern tefeciler olarak banka adıyla karşımıza çıkmıştır.
Ülkeler ekonomik krizle boğuşurken en çok kazanan kesim faiz sistemini ayakta tutan bankalar olması, bu faiz kurumlarının nasıl bir sömürü çarkı olduklarının açık bir göstergesidir. Nice iflaslar, intiharlar, dağılan aileler, heba olan ömürler faizin birer neticesidir.
İttihat Terakki iktidarında çöken ekonomiyi kalkındırmak için Yahudi bankerlerin teşviki ile ikame edilen faizin yaygınlaşması Osmanlı’nın yıkılışını da hızlandırmıştır. Ne acıdır ki faiz devlet yönetimimizin merkezinde yer almaya başladığından beri millet olarak küresel sömürücülerin eline düştük ve ekonomik krizlerle karşı karşıya kaldık. Bu faiz sarmalından ve sömürü düzeninden kurtulmanın yolu şüphesiz ki Allah’ın kesin olarak yasakladığı faizin devletimizin ve milletimizin hayatından çıkarmakla mümkündür.
Şimdi kafaları batılı fikirlerle iğdiş edilmiş bir kısım insanların, “Bu sistemde faizi kaldırmak mümkün değildir.” dediğini duyar gibi oluyorum. Bir konferansta ekonomi profesörüne, “Faizi toptan yasaklasak nasıl olur?” diye sormuş, ondan da aynı cevabı almıştım.
İslam’ın Müslümanlardan yaşamalarını istediği yaşantı biçimi kolay değildir. Aksine her anı imtihanlarla, zorluklarla örülü bir hayat nizamıdır. Müslümanlar bu imtihan sürecini kazanmakla yükümlüdürler.
Müslümanlığından asla şüphe etmediğimiz Ak Parti lideri Sayın Erdoğan da, inancının gereği olarak faiz hakkında geçtiğimiz yıllarda bir açıklama yapmış ve faizin kaldırılması gerektiğini söylemiştir:
“Beraber yürüdüğümüz arkadaşlarımızdan faizi savunanlar kusura bakmasın ben faizi savunanla beraber olmam, olamam. Faiz sebeptir, enflasyon neticedir. Bunun farklı yere çevirme gayretine girenlere diyorum ki boşuna uğraşmayın. Biz faiz belasını bu milletin sırtından kaldıracağız. Anlayan anlar, anlamayan anlamaz. Biz faize milletimizi kesinlikle ezdiremeyiz.”
Peki, bu açıklamalara rağmen devlet erkini elinde tutanlar bugün yeniden faizin artırılmasına dayanan sömürü sistemine niçin izin verilmektedir?
Bunun sebeplerini kendilerinin açıklamasını bekliyoruz.
Allah (cc) faizin malın bereketini kaçıracağını, uygulandığı toplumları felakete sürükleyeceğini söylediği faiz sistemini bir Müslümanın isteyerek uygulaması mümkün müdür?
Bugün hayatımızın her alanına sirayet ederek adeta bir örümcek ağı gibi bizi saran faiz belasından kurtulmak mümkün değil midir?
Müslüman mümkün olmayanı yapan kişi değil midir? Allah’ın Resulü, sömürünün zirveye çıktığı, faizin yaygınlaştığı müşrik Arap toplumunda bu mümkün olmaz diyen sistemi kaldırmış ve bize bu hususta iyi bir rehber olmuştur. Günümüzde Müslümanlara ve özellikle de devlet erkini elinde tutan Müslümanlardan beklediğimiz faiz belasını / haramını toplumdan tamamen kaldırmaktır.
“Allah, faizin bereketini siler, sadakaları ise artırır. Allah, (faizi alışveriş gibi helal sayan) kâfiri ve (faizle muamele eden) günahkârları sevmez.” (Bakara, 276)
Kur’an ayetleri açık biçimde insanları karşısına alıp, “Faiz haramdır. İnsanlar arasında sömürü ve kavga kapısını kapamak için, faiz belasından kurtulun. Yoksa şeytan çarpmış gibi olursunuz.” Demiş ve bunu yapmanın büyük bir farz olduğunu belirtmiştir.
“Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış faizi yemeyin, Allah’tan korkup sakının ki kurtuluşa erebilesiniz. (Al-i İmran, 130)
İnsanlar ve bahusus ülkemizi yönetenler faiz sebebiyle ülkenin içinde düştüğü
sömürü düzeninden kurtulmak istiyorlarsa tek çare faizi kaldırıp, zekâtı, infakı ve sadakayı teşvik etmektir.
Tarihimizde büyük değişimleri yapanlar cesur liderler olmuştur. Sistemlerden değil, Allah’tan korkalım ve bu faiz belasından kurtulmak için gereken adımı atalım.
Biz korkmadan sebeplere yapışalım, Müsebbibü’l Esbab Allah’tır.
Unutmayın!
“Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur.”