Son haftalarda, Göreme’de Peri Bacaları’nın hemen sıfır noktasına yapılmakta olan ve üstelik Belediye’den ruhsat aldığı da anlaşılan inşaat, önce sosyal medyada, sonra da bazı gazetelerde yayınlanıp televizyonlarda haber yapıldıktan sonra yıkıldı. Sanırım, onunla birlikte o bölgedeki benzer durumda olan başka yapılara da neşter vuruldu.
İyi, güzel, hoş da bu işler neden böyle oluyor? Sinyalizasyon sistemini kurmadan Hızlı Tren seferlerini başlatıp kazalara sebep olunduğu yetmezmiş gibi; üç – beş kat için ruhsat alıp 8 – 10 kat çıkanlara göz yumularak yıkımlara sebep olduktan ve nice canları toprağa verdikten sonra tedbir almaya çalışılıyor!
Tam da Göreme’deki haber yayıldığı sırada memleketten, adaşım ve amcazadem Osman Oktay, Karacaören Barajı’nın sıfır noktasına yapılan bir villanın resmini çekip gönderdi. Köylülerden öğrendiğine göre, Konya ve Afyonkarahisar’da tahin ve helva imalatı ile uğraşan biri, önce baraj kıyısından 300 metrekarelik bir yer almış, onunla da yetinmeyerek yayılmacılıkla 2000 metrekarelik yeri işgal edivermiş. Hava güzel, manzara hoş, Isparta – Antalya yolu hemen yakınında ve gel keyfim gel.
Antalya deyince aklıma geliverdi; Karacaören Barajı’ndan bu ile içme suyu sevkiyatı için de çalışma yapılıyor malum… Bu bina emsal teşkil edip de yakın bir gelecekte çevrede kaçak ya da usulsüz ama “izinli” binalar çoğalınca ne olacak?
Bir ay kadar önce Bucak’ta şebeke suyundan kaynaklanan bir felaket yaşandı ve 3000’e yakın insan hastalanıp tedavi gördü. Çokbilmiş yerel yöneticiler belki de kendi tedbirsizliklerini kapatmak için halkın yüzlerce yıldan beri içme suyu olarak kullanıp çay demlediği yayla çeşmelerini de iptal etmesinler mi? Böyle olunca da tabii, pek de sağlıklı olmadıkları zaman zaman açıklanan markalı ya da markasız “damacana” firmalarına gün doğdu! Keşke Antalya’nın içme suyu mesela Manavgat Çayı’ndan karşılansa da, Karacören’in suyu teknik imkânlar zorlanıp arıtması da yapılarak Bucak İlçesi’ne verilse!
Kaçak yapılaşma yıllardan beri başımızın belası. Şehirlerin çevresindeki gecekondulaşma bunun en bariz örneği iken son yıllarda olur olmaz yerlere yükselen bloklar, kuleler artık belediyelerin ve dolayısıyla devletin de kaçak ve düzensiz yapılaşmanın bir unsuru olduğu gerçeğini ortaya çıkardı.
Van Gevaş’ta, endemik ters lalelerimizin diyarında Selçuklu atamızdan kalma Halime Hatun Kümbeti’nin hemen dibindeki yeşil alan tarumar edilerek TOKİ tarafından yapılan bloklar sosyal medyada sık sık gündeme getirilmişti. Buna rağmen devlet, kendi yaptığı binaları yıkıp tarihe itibar iadesi yapma yoluna gitmedi. Aslına bakarsanız, Göreme’deki saçmalıkla Gevaş’taki yapılanmanın pek de farkı yok; birincisi doğrudan tabiatı, ikincisi hem tabiatı hem de tarihi katlediyor!
İstanbul’da, Zeytinburnu Kazlıçeşme’de 16/9 Kuleleri diye bilinen ucube yapılar övünç kaynağımız olan bu şehrin siluetini yerle bir ediyordu. Çok şikâyet konusu oldu; yazıldı, söylendi, “yıkıldı, yıkılacak”, “traşlandı, traşlanacak” diye millet ha bire oyalandı ama o sinir bozucu binalar orada durmaya devam ediyor.
Özellikle büyük şehirlerimiz estetikten uzak, komşu haklarını ihlal eden, şehrin nefes borularını tıkayan, hatta balkonları kaldırımlara taşan gökdelenlerle doldu. Akdeniz ve Ege kıyılarımızın verimli arazileri betona dönüştürüldü, üretim gittikçe geriliyor. Sahillerimiz, en güzel koylarımız hızla talan ediliyor. En son, Bodrum Kissebükü Koyu’nun imara açıldığı haberi yayıldı. Haber bununla da sınırlı değildi ve o güzelim koya bir Turizm Şirketi’nin otel yapacağı, daha ilginç olanı da o şirketin patronunun Kültür ve Turizm Bakanı olduğu, izni de Bakanlığın verdiği idi!
Eğer bu haber doğru ise ben ne diyeyim, ne yazayım? Şimdilik susuyorum ama hele haber doğrulanıp yapılan tahsis iptal edilmesin ve hele de inşaat başlasın ne yazacağımı biliyorum!