Hayatımız boyunca inandığımız değerlere sadık kalmaya çalıştık. İbadetlerimizi yerine getirdik, helal lokma peşinde koştuk. Namazımızı kıldık, orucumuzu tuttuk, zekâtımızı, fitremizi eksiksiz verdik. Kul hakkı yememeye azami gayret gösterdik. Sağlık sorunlarına, ekonomik zorluklara, teröre, adaletsizliğe ve türlü sıkıntılara sabırla göğüs gerdik. Çektiğimiz her sıkıntının, bu dünya hayatındaki her acının ahirette karşılık bulacağına inandık. Cennet ümidiyle yaşadık, o sonsuz nimetleri düşleyerek sabrettik.
Ve şimdi ömrümüzün sonuna geldik. İlahi takdir… Artık bu fani dünyadan göçme vakti. İnandığımız değerler ve gösterdiğimiz sabrın karşılığında cennetle müjdelenme vaktine erişeceğiz.
Ama bir düşünün… Bu dünyada haksızlık yapan, adaleti yok sayan, halka hizmet etmek yerine kendine çalışan, yetimin hakkını yiyenlerle cenneti paylaşacağımızı hayal edin. O cennetin kapılarında, bu dünyadaki gibi kurulan düzenleri… Haksız kazançları, ayrımcılığı, kendilerine ve yandaşlarına çıkar sağlamayı… Bu fikir bile cennetin hayalini gölgelemiyor mu?
Bir zamanlar Kevser nehrinin berrak sularında huzur arayan insanlar, bu suların başına gişeler kurulduğunu görse… Orada dahi bir “geçiş ücreti” alınsa… Cennet bahçelerinde yeşeren ağaçlar kesilse ve yerine saraylar, oteller yapılsa… Sonsuz rahmetin, bu dünya hırslarına alet edildiğini hayal edin.
Ve huriler… Rabbimizin nimet olarak sunduğu o hurileri, dünyadaki iktidar hırsıyla sahiplenmek isteyenlerin olduğunu düşünün. Orada dahi paylaşım kavgası yaşandığını… Cennetin huzurunu bozan dünyalık bir zihniyetin öteki âleme taşındığını hayal etmek bile ürkütücü.
Belki de Rabbimiz bu yüzden cennette aklımızı alacak… Belki de orada dünyada yaşadığımız bu adaletsizlikleri ve zulümleri hatırlamamamız için. Çünkü aksi hâlde, bu dünyada çektiklerimiz ahirette de peşimizi bırakmayacak.
Rabbimize dua edelim ki, adaleti her yerde tesis eden ve bizi haksızlıklardan arındıran olsun. Çünkü cennet yalnızca nimetlerin değil, gerçek adaletin ve huzurun da yurdu olmalıdır.