Bu sene emekli olduktan sonra uzun zaman Türkiye'de kalma fırsatım oldu.

Dolaysıyla 55 yıldır izine geldiğimdeki o telaş ve heyecanın yerine daha bir sakinlik ile çevre ve olayları gözlemleme fırsatım oldu.

Gurbetçilerin durumunu Endülüs’te yaşanan bir olaya benzettim... Ne alakası var?  diyenler biraz sabrederlerse anlatacağım.

2017 yılında kıymetli dostum ve ağabeyim Erdem abi ile ailece Endülüs’e seyahat ettik.

İspanya - Malaga şehrine uçtuk, oradan araba ile Granada - Kurtuba - Sevilla - Cádiz - Malaga'yı kapsayan çok güzel bir seyahat yaptık.

Granada ziyaretinde şehrin surlar ile çevrili olduğunu gördük.

1. iç surda asillerin, zengin toprak sahiplerinin

2. surda orta sınıfın yani esnaf, tüccar gibi...

3. ve son surda ise itilmiş kakılmış, kahır ekseriyette Mağriplerin, yani Mısır’dan gelenlerin oturduğu mağaradan oluşan yerlerde kaldığını gördük.

Bizde akşam o mağaralara gittik,  mağaralarda flamingo gösterileri yapılıyor, kadınlar o dik ve kısmen kaslı vücut hatları, sert mizaçları, keskin hareketleri ile ayaklarını sert yere vurarak mimiklerini hiç bozmadan gitar çalıyorlar ve kadınların elleri ile yaptıkları ritme uyarak oynuyorlardı.

Birçoğunun elinde şarap vardı ve loş ışıkta, yazın serinliğinde mağara içinde flamingo oynayan kadınlara eşlik edip onlarla gülüp oynuyorlardı.

Flamingo oyununun kökeni hakkında ufak birkaç kelamda bulunmak isterim:  Flamingo oyunu aslında Emevî devletinin bin yıllık hükümranlık süreci sonrası, Müslümanların ve Yahudilerin Granda şehir meydanında yakılmasından kurtulan yaşlı kadınların ağıtları, feryatları, yakarışları,  isyanları ile ilgili ve ilişkili olarak kabul edilir. Esasında güle oynaya şarap eşliğinde oynayan kadınların, hareket ve mimiklerinin aksine içleri kan ağlamaktadır, hayatları çile ızdırap doludur, çünkü hepsinin ailesi yanarak can vermiştir.

Bu bizim gurbetçiler ile ne alaka diyenler için şunu ifade edeyim:

Bizimkiler Almanya’da şerefli bir Türk oldukları buna mukabil aynı zamanda da gururla Müslüman oldukları zannı ile memleketlerine geliyorlar.

Bütün gayret ve serzenişleri yeni kuşaklara Türkiye’nin en güzel yerlerini, insanının ne kadar dürüst ve ahlaklı olduklarını; memleket sevdası ile yanan evlatlarına, torunlarına göstermek istiyorlar.

Lakin Türkiye’de yaşayanlar için, gurbetçiler ne Türk’tür ne de Müslümandır...

Onların gözünde hepsi olmasa da büyük çoğunluğunun gözünde Almancı kimliğine sahibiz maalesef.

Bizde kendimizi 6 hafta gibi bir zaman sonra hakikaten kültürel ve toplumsal olarak buraya uymadığımızı, inanç nezdinde adapte olamadığımızı az çok hissediyoruz.

Gurbetçiler Endülüs’teki surların dışında yaşayan itilmiş kakılmışlar gibi görülüyor.

Kimse kabul etmiyor kendi kötü gidişatlarını... Türkiye’deki kötü ekonomik durumun sorumlusu olarak, bu kötü durumun müsebbibi olarak gurbetçiler görülüyor. Ticaret ve iş ahlakı çok ama çok zayıf maalesef. Yaptırdığınız her iş için bize farklı farklı fiyatlar çekiyorlar. Sadece bizi değil, özellikle güçsüz ve zayıf bulduğunu hor görme ve hatta görgüsüzlükle itham etme had safhada.

Ama hiç kimse şunu unutmasın: Biz gurbetçiler ülkemize hainlik, ihanet edip gurbete gitmedik; tamamen ekonomik kaygılardan dolayı bunu yaparken de iki devletin karşılıklı mutabakatı sonucu antlaşmalar doğrultusunda gittik.

60 yıl üzerinde bir zaman diliminde de ülkemize her türlü katlıyı sağlıyoruz.

Bize Almancı denmesinden hiç ama hiç hoşlanmıyoruz….

13 milyon mülteciye kapısını açıp onlara Ensar kardeşliği hukukunu yapan Türkiye, kendi öz evlatlarını gurbetçi, Almancı gibi ifadeler ile anıyor.

İnanın bu da biz Batı Avrupa Türklerini yoruyor, küstürüyor ve maalesef bazı kişileri de vatanımız ile sımsıkı olan gönül bağımızın zayıflatmasına sebep oluyor.

Saygılarımla

Almanya - Köln