Millet olma şuurundan hızlıca kul olma ümmet olma yolunda ilerliyoruz

Bu tamamen bugünkü iktidarın RTE’nin istek ve hedefleri doğrultusunda ilerliyoruz

Mesele adım adım sistematik bir şekilde demokratik ortamdan cumhuriyet ilkelerinden, ülkemizin kuruluş felsefesinden, evrensel değerlerden uzaklaşıp feodal anti demokratik kraliyet tek adam, sultanlık gibi yapıya doğru hızla gidiyoruz, ( şeriatı özellikle yazmadım bu İslam'a ağır itham olurdu. ) böyle bir dertleri de zaten yoktur.

Oluşacak sistemin millet ve devlete uyup uymadığı çok kayda değer bir durum değil zira tamamen RTE ve ailesini koruyup kollasın yeterli sayılır.

Demokrasilerdeki bütün denge unsurlarını tek tek ortadan kaldırdılar.

Kuvvetler ayrılığı diye bir husus kalmadı, kolluk kuvvetleri ise iktidarın daha doğru ifade etmek gerekirse "tek adam"ın isteği arzusu istikametinde hareket ediyor.

Aynı durum yargı bağımsızlığı ile ilgili de aynı olmaktadır. Yine tek adamın işareti ile yargı istediğini tutukluyor, istediğine hiç suç unsuru yokmuş gibi davranıp bırakılmasını sağlıyor.

Bu örnekleri çoğaltabiliriz Sayıştay, Danıştay, TSK, TUİK malum verdiği verileri sokaktan, esnaftan almak yerine yine tek adamdan alıyor. Tamamen bağımsız olması gereken Merkez Bankası'nın ise durumu ortada...

Ve bütün bunları yaparken; farkında olmadan toplumu buna hem alıştırıyor hem de benimsetiyor.

Son zamanlarda bunu sıkça görmeye başladık, en azından ben öyle görüyorum.

Hak arayışlarında toplumun entelektüel, akademisyen, sanatçı kesiminde tek adamlık algısı o kadar yoğun oluşmuş ki bildiğiniz gibi değil...

Hatta muhalif diyebileceğimiz, aslında olması gerektiği gibi olan sanatçılar, köpeklere yapılan ötanazi konusunda;  saraya yalvarıp "Reis etme eyleme, bu aciz kullarını ne olur bağışla, bunların suçu yoktur" diye rica minnet sesleri saray bahçesinden feryat figan duyuluyor.

Bakıyorsun, bir diğer akademisyen sarayın hanımına: "Hanım! Allah rıza için evlatlarınızın yüzü gözü hürmetine hayvanlara acıyın, merhamet eyleyin, biz ettik siz etmeyin" diye sesleniyor.

Akademisyen ve bürokrat hatta hariciye atamalarında bilhassa sarayın hanımlarının çok etkin olduğu iddiası çok defa dile getiriliyor.

Muhalif siyasetçi saraya giremediği için aile fertlerinden birini görünce ona sesleniyor: "Bilal kardeşim, babana söylesen de akşam eve gelince bizim oğlanın ataması var, bunu yapabilir mi? Bir imza bekliyor, çoluk çocuk perişan..." diye yalvarışları Ankara Mamak'tan duyulur gibi...

Eğitim alanında bir çok eğitimci yalvarıyor eğitimde yapılacak değişikleri rica etsek kıymetli hünkârım, reis lütuf eylememişiniz en azından ertelemek için…..

Biri çıkmış enişteye kahvede yalvarıyor: "Okeyde yenileyim; yeter ki sen bizim gelinin Tapu Kadastro Müdürlüğü'ne aldırır mısın? Annesi felç, çocuk MS hastası..." diye o meşhur yokuşta sesleri duyuluyor...

Anlayacağınız millet olarak; hak, adalet, hukuk aramayı; minnet, yakarma, yalvarma, yalakalık, yağcılık, rüşvet, taviz vermek, acizlenmek, aşağılanmak, komplekse girmek, itilmek kakılmak olarak görmeye alıştırılıyoruz.

Cumhuriyetin en kıymetli özelliği özgür, hür iradeye sahip vatandaşlık kavramını kaybediyoruz maalesef...

O meşhur kurbağa hikayesi misali, yavaş yavaş, alıştıra alıştıra ama bir yandan da hızla KUL olma yolunda ilerliyoruz vesselam...