Yirminci asrın en önemli düşünürlerinden biridir Muhammed İkbal.Bütün zihinsel cehdini, İslam düşüncesinin yeniden inşasına,İslam toplumunun kurtuluşuna adamıştır.
Din, yeni bir medeniyet sıçramasının bir cephesi ise diğer cephesi akıl, ilim,eleştirel düşüncedir. İkbal, yazarken, düşünürken hep İslam'ın solmaz ışığını bu çağın ruhuna giydirmek istemiştir.Dine dönmeyi aynı zamanda akla,bilgiye dönme olarak görmüştür. Onun Külliyat Yayınları arasında çıkan "İslam Düşüncesi" adlı eseri böyle bir fikir çilesi ve dertlenmenin sonucu. Her satırında Müslüman bir kalp ve aklın kendi ruhundan sağdığı fikir mücevherleri var.
Makalelerden oluşan kitapta bugün bile canlılığından bir şey kaybetmeyen tartışmalara yer verilmiş. İslam siyaset ilişkisi birçok yazar/düşünür tarafından irdelenmiştir. Bir ortak yol veya mutabakat noktası bulunduğunu söylemek mümkün değil. Öyle ki dini, siyasi bir proje derekesine indirenlerin yanında, onu insan iradesine hiç bir hak ve özgürlük tanımayan bir yasaklar ve haramlar katalogu olarak görenler olmuştur. İkbal,İslam'ın ne o ne öteki olmadığının farkındadır.
"İslam'da Siyasi Düşünce" başlıklı makalesinde bu sorunun cevabını arar.İlk tespiti İslam'da bir hanedanlık monarşisinin bulunmadığına dair görüşüdür. Bu düşüncesini Hz.Ömer'in kendi oğlunun halifeliğe kesin olarak aday olmamasını söylemesi ile temellendirir.(s.19) Aynı makalede, hukukun önünde bütün Müslümanların mutlak eşit olduğu,Halifenin hiçbir şekilde İslam'ın "yüksek papazı" veya Allah'ın yeryüzündeki bir temsilcisi olmadığı ve her Müslüman'ın eleştirisine açık olduğu, olması gerektiği ifade edilir.(s.22-24) İkbal burada İbn Haldun'dan bir alıntı yaparak, bütün dünyada tek bir halifenin mi, yoksa birden çok halifenin mi olması gerektiğini sorgular.İbn Haldun'a göre ayrı ayrı ülkelerde olması şartıyla birden çok halifenin bulunması İslam'a aykırı değildir.(s.25) Bu Halife'yi bütün Müslümanları temsil eden tek odak olarak değil, devlet başkanı olarak görmenin tabii bir sonucudur. Devlet başkanı eşittir halife ise her Müslüman ülkenin devlet başkanının diğer adı da halifedir. Hilafet kaldırılırken, dönemin Adalet bakanı Seyyid bey de hilafeti dünyevi bir kurum ve devlet başkanlığı olarak tanımlamış,kaldırılmasını bu gerekçe ile savunmuştur. İkbal da aynı görüştedir: Valilerin bile bir nevi minyatür halife olduğunu, İslam'da bütün kadın ve erkeklerin seçme hakkına sahip olduğunu,Gayr-i Müslim birinin sınırsız yetkilerle vezir/bakan olarak atanabileceğini belirtir.(s.28-29)
" İlahi Hükümranlık Hakkı Meselesi " başlıklı diğer bir makalede İkbal, kralların ilahi hükümranlık hakkı meselesini irdeler.Gelenekten tevarüs eden bu anlayışı eleştirir. İngilizlerin,"Kral hata yapmaz" sözünün krallara kutsiyet izafe eden geleneğin bir kalıntısı olduğunu belirtir.(s.38) Ancak ona göre -ki özellikle bugünün dünyası için katıldığım bir görüştür-Kralların insanlara hükmetmesini sağlayan,mümkün kılan şey,ilahi hükümranlık niteliklerine sahip olmaları değil,aksine,sahip oldukları maddi güce hükmedebiliyor olmalarıdır. Bu maddi araçların yanında belki de daha önemlisi ,bu kralların,insanların kendilerine kutsallık atfetmelerini sağlayabilecek psikolojik yöntemleri çok iyi kullanmalarıdır.(s.39) Oysa İslam Kelime-i Şahadette "Muhammed Allah'ın kulu ve elçisidir." diyerek bu kutsallaştırma yolunu peygamberler için bile kapatmıştır.(s.41)
Kitapta İslam'ın insana bakışı ile Hıristiyanlığın insana bakışı karşılaştırılır, aradaki büyük fark ortaya konur,bu fark aynı zamanda Hıristiyanlıkta bir ruhban sınıfının oluşmasının da döl yatağıdır.Kuran'a göre(Bakara/30) her çocuk İslam üzere(günahsız) olarak doğar.Roma kilisesine göre ise ilk günah doktrininden dolayı insan günahkar ve yozlaşmış olarak doğar. Bu akide son derece tehlikeli sonuçlara neden olur.Zira insan esas olarak kötüyse, o zaman insanın kendi yolunu tayin etmesine izin verilmemesi kaçınılmazlaşacak,bütün hayatı harici bir otorite tarafından kontrol edilmek zorunda kalacaktır.İşte bu,dinde papazlığın/ruhban sınıfının,siyasette ise otokrasinin zuhur etmesi demektir.(s.52)
Demokrasiyi,siyasi bir ideal olarak İslam'ın en önemli yönlerinden biri olarak gören ikbal(s.69) siyaset meselesine şu sözlerle nokta koyar:"İslam tek ve parçalanmaz bir bütündür.İslam'da etrafı kalın duvarlarla örülmüş bir mezhepçilik taassubu, ayrılığa yol açacak,parçalanmaya neden olacak,Müslümanları birbirine düşürecek bir Vehhabilik,bir Şiilik,bir Mirzacılık,bir Sunnilik anlayışına yer yoktur. Hakikatin bizatihi kendisinin varlığı tehlikede olduğu zaman,hakikatin yorumları uğruna birbirimizle savaşamayız... Bırakalım herkes,Müslüman ümmetin muazzam hakikat sarayına kendilerince, kendi çaplarınca katkılarda bulunsun.(s.72)
İkbal, birçok farklı konuda İslam dünyasındaki çürümeyi tersine çevirecek beyin kanatıcı sorulara cevap aramış... Ufuk açıcı, uyandırıcı,çarpıcı tespitlerle dolu bir kitap. Şu sözler onun:"Hayat yalnız ekmek ve yağdan ibaret değildir; hayat daha fazla bir şeydir:hayat,bütün boyutlarıyla milli ideali yansıtan sağlıklı karakterlerden,kişiliklerden oluşan bir topluma sahip olabilmektir.Ve gerçek bir milli karaktere sahip olmanız için,gerçek anlamda milli bir eğitime sahip olmanız zorunludur.(s.61) Bunun için de milli ihtiyaçlara göre hazırlanmış bir eğitim sistemine sahip olmak gerekir.
Kitapta daha birçok konuya dokunulmuş, dünden muhteşem bir gelecek diye derdi olanların okuması gereken bir kitap.