Hırsın sonu yoktur, bir yerde durmayı bilmek gerekir. Tarih bize birçok kavganın, sorunun, katliamın arkasında hırs faktörünün olduğunu söyler.
En tehlikelisi de siyasi hırstır. Tarih, iktidarda kalma uğruna işlenen cinayetlerin hikayeleri ile doludur.
İktidarın gayeleştirilmesinin sonucu ya kan yahut demokrasiden uzaklaşarak tiranlaşmaktır. Koltuğunu bırakmak istemeyen her lider, orada kalmak için kendini oradan uzaklaştıracak yolları kapatır, sistemi yeniden buna göre tanzim eder.
Bizdeki Cumhurbaşkanlığı sistemi de siyasi veya sosyal bir ihtiyacın sonucu değil, aynı iktidarda kalma hırsının sonucudur. Bu sistemin dünyada örneği görülen başkanlık sistemleri ile alakası yoktur. Bu, Cumhurbaşkanına yarı Tanrılık rolü veren- demokrasi dışı bir sistemdir.
Koltuğu korumak gayeleştirilince onun dışında kalan her şey araçsallaşır. Buna din de dahildir. Geçmişe bakınca bunun çok çarpıcı ve iç yakıcı örneklerini görmek mümkündür.
Emevîler döneminin başlarında biri Şam'da öteki Mekke’de iki halife olmuştur. Yezid’e biat etmeyen
Hz. Ebubekir’in torunu Abdullah Bin Zübeyr Mekke'de, Yezit Şam'da hüküm sürmüştür. Hemen belirtelim ki, Hilafet dini bir kurum değil, dünyevi bir kurumdur. Devlet başkanlığının yahut hükümet şeklinin Arap-İslam kültüründeki şeklidir. Onun içindir ki aynı anda iki halife olabilmiş, her isim hâkim olduğu bölgenin halifesi bir başka ifadeyle başkanı olarak kabul görmüştür.
Yezit döneminde Abdullah Bin Zübeyr'in üzerine Husayn Bin Numeyr komutasında bir ordu gönderilmiş, bu ordunun mancınıklarla attığı taşlarla Kâbe tahrip olmuş, ateşli mızrak saldırısı ile Kâbe’nin örtüsü tutuşmuş Kâbe yanarak adeta küle dönmüştür. Kuşatma esnasında Yezit'in ölmesi üzerine kuşatma kaldırılmış, Abdullah Bin Zübeyr Kâbe’yi taşlarla yeniden yapmıştır.
Ancak Mervan Bin Hakem döneminde Abdullah Bin Zübeyr'in üzerine bu defa Haccac bin Yusuf gönderilmiş, Mekke kuşatılmış, insanlar aç susuz bırakılmış, öyle ki açlık ve sefaletten köpek leşleri bile yenmeye başlanmıştır. Sonunda Abdullah bin Zübeyr’i çocukları bile terk etmiş, yaptığı bir huruç hareketinde öldürülerek, başı Şam'a gönderilmiş, vücudu asılarak günlerce teşhir edilmiştir.
Haccac’ın hayatı boyunca 120 bin insanı öldürdüğü iddia edilmektedir. Bunların hepsi de farklı düşünen Müslümanlardır.
Kâbe’nin yıkılması, siyasi ihtirasın kutsal tanımadığının tabloluk çapta bir örneğidir. Aynı Mervan bir dönem, insanlar Hacca gidip Abdullah Bin Zübeyir’in etkisinde kalmasınlar düşüncesiyle Haccı yasaklamış, onun yerine kendi yaptığı bir mabede hacıları gitmeye zorlamıştır. Halife halife tepinenler, hilafetin tarihini okuduklarında orada kan ve gözyaşından başka bir şey bulamayacaklardır. Hilafet, tamamen siyasi maksatlarla dinle özdeşleştirildiği için de insanlar bu zorbalığa direnme güç ve iradesini kendinde bulamamışlardır.
Emevî zorbalığının üzerinden asırlar geçmesine rağmen bu ahlak dışı siyaset tarzında pek fazla bir değişiklik olmamıştır. Bir dönem kendini tanrı mevkiinde gören ve halkının İslamcı olarak bildiği bir başka siyasetçi de Araplara ders verme adı altında Haccı yasaklamak istemiş, ancak o ülkenin hariciye nazırı bu işe yanaşmayıp, vebalini üzerine almayı kabul etmeyince, Hac yasağı kuvveden fiile çıkmamıştır.
Müslümanların kıblesini yok edecek kadar gözü dönmüş bir siyasi hırsın ne ve nelere sebep olduğu ortadadır. Ne yazık ki, bu hırsı sınırlayacak bir kamu hukuku(fıkhı) da hiçbir zaman olmamıştır. Bazıları hala klasik eserlerdeki –halife, sağlığı izin verdikçe- ölene kadar görevini yapar şeklindeki görüşü din gibi anlamakta, öyle yorumlamaktadır. Bu din anlayışında başarısızlığın hiçbir müeyyidesi yoktur. Bir defa, ama seçilerek, ama başka yollardan göreve geldiğiniz takdirde, isterseniz ülkeyi batırın, koltuk sizin tapulu malınızdır, kimse sizi azledemez.
Kuran ve sünnette olmayan bu tip yorumlar, din gibi telakki edildiği için sonunda fatura her zaman dine çıkmakta, çağın ruhuna uymayan fetvalar İslam’la ilgili tereddütlere neden olmaktadır. Koltuklarına yapışan yöneticilerin hırslarına da uygun olan bu durum, toplumun içini oymakta, emanete ehil olanları iş başına getirmeyi de engellemektedir. İslam dünyasında bir demokrasi kültürünün gelişmemesinin nedeni, yöneticilerin bu dizginsiz hırsı ve asırlar öncesinin yöneticilerinin ihtiraslarına veya şartlarına göre tanzim edilmiş-muamelatla ilgili- fetvalardır. Bu fetvaların tarihsel olduğu (etkileri veya geçerlilikleri kendi zamanlarının sosyolojisiyle sınırlı) ve yöneticilerin yasalarla sınırlanması gerektiği anlaşılmadığı müddetçe, bu yağma ve dinle aldatma düzeni devam edecektir.