Hemen her hafta toplum bir kadın cinayeti ile sarsılıyor. Hemen her seferinde de bu tip olayların önlenmesi için aynı teklifler gündeme getiriliyor. Cinayetlerin sebepleri üzerinde duran çok az kişi var, onların sesleri de bu kuru gürültü arasında kaybolup gidiyor.

Cinayetin kadını, erkeği, cinsiyeti olmaz. Her insanın hayatı değerlidir ve aynı korumayı, hassasiyeti hak eder. Belki de sebepler üzerinde düşünürken işe buradan başlamak gerekir. Kadını koruma adına yapılan pozitif ayrımcılığın kadını korumak kadar erkeği tahrik ettiği de bir gerçektir. Kadın korunmalıdır ama bu erkeği ezmek, yasalar karşısında ikinci, üçüncü sınıf vatandaş mevkiine düşürerek olmamalıdır. Her türlü ayrımcılığın insanı kışkırtan,tahrik eden bir yanı vardır. Yasalar karşısında çaresiz kalan insan yasaları çiğneyerek hareket etmeye başlar. Bu işin bir veçhesidir.

Bir başka veçhesi de şudur, Türk İslam ailesinde mahremiyet çok önemlidir. Aile içi sırlar dışarı sızdırılmaz, kadın erkek arasındaki ilişki hep özel kalır, özel kalmalıdır. Bu alana üçüncü kişilerin girmesi aile içi mahremiyetle birlikte, evliliğin büyüsünü ve karşılıklı güven duygusunu yok eder. Eskiden evlilik iki kişilik bir müesseseydi. Eşler arasındaki sorunlar iç mekanizmalar tarafından büyümeden çözülür, aile sırları ortalığa saçılmazdı. Şimdi evliliğin içinde üçüncü bir kişi daha var; devlet. Evde, odada, mutfakta hatta yatak odasında o üçüncü kişi de sizinle beraber yaşıyor. Hemen her şeyinize müdahale ediyor, ilişkinizin istikametini o belirliyor, onu yok sayarak bir adım bile atabilmek mümkün değil. Bu da aile içinde eşlerin zaman zaman rol yapmasına, olduğu gibi davranmalarına mani oluyor. Üçüncü bir elin bu kadar içeri girmesi hem ilişkilerin samimiyetini yok ediyor, hem de evi bir yuva olmaktan çıkarıyor. Her adımda suç işleme kaygısıyla hareket eden, kendisini sınırlayan bir insan nasıl mutlu olabilir. Üçüncü bir gözün tarasutu altında evlilik yürümez. Yasalar karşısında potansiyel suçlu olmak erkeği eziyor, eşe haklıyken bile bir şey söyleyememek onda duygusal birikimlere ve sonunda patlamalara neden olabiliyor. Bir devlet bu kadar ailenin içine girmemeli, bu kadar müdahaleci olmamalıdır.

Diğer taraftan boşanma davalarında mahkemelerin tutumu da şiddeti tetikleyen bir başka sebeptir. Kadının her beyanı neredeyse mutlak doğru kabul edilirken, erkeğin en inandırıcı beyanları bile dikkate alınmıyor. Mahkemelerde erkeğin pozisyonu, dayakçı, şiddet uygulayan, acımasız bir suçlu, kadının pozisyonu ise şiddet mağduru, hiç yanlışı olmayan, kendisine hiçbir kabahat yakıştırılamayan bir kurban konumudur. Böyle olunca da mahkeme kararlarının kahir ekseriyeti erkeğin aleyhine, kadının lehine neticelenmektedir. Mahkemelerde kadına tanınan bu avantaj hem boşanmaları teşvik etmekte, hem de haksızlıklara neden olduğundan yargıdan umudu kesenleri şiddete teşvik etmektedir. Kocasının maddi durumu biraz iyi olan kadın ilk fırsatta soluğu mahkemede almakta, gerekirse boşanma yolunu açacak bahaneyi bizzat hazırlamaktadır. Yalan-yanlış beyanlara dayanılarak verilen uzaklaştırma kararları erkeği evinden etmekte, toplum içinde itibarını sarsmakta ev sahibi iken evsiz bırakmaktadır. Bunun erkek üzerinde yarattığı veya yaratacağı etkileri söylemeye gerek var mı? Boşanma davalarında verilen nafaka miktarları, evlilik birliği içinde edinilmiş malların paylaşımında yapılan adaletsizlikler de bir başka nedendir. Eşine yüklü miktarda nafaka ve tazminat veren erkek bazı durumlarda (mesela)kendi parası ile başkası ile yaşayan eski eşin yaşantısını belgelendiremediği müddetçe bu nafakayı ödemek zorunda kalmakta, bu da çaresizlik içinde şiddete yönelmesine neden olmaktadır.Mal paylaşımında tarafların eğitim durumu, işi, çalışma imkanları dikkate alınmadan yapılan eşit bölüşüm de adaletsizliğin bir başka biçimidir. Örneğin yüksek eğitim almış bir iş adamı ile lise mezunu işsiz eşi arasındaki mal paylaşımı, sanki o da işsiz olmasa aynı parayı kazanacakmış gibi yapılmakta bu haksız bölüşüm kadın açısından boşanmayı, erkek açısından da şiddeti teşvik etmektedir. Son yıllarda artan cinayetler kadar boşanmaların da mercek altına alınması, sarsılan ailenin nasıl korunacağı ciddi ve bilimsel araştırmalarla ortaya konulmalıdır. Sonsuz nafaka, kadına pozitif ayrımcılık yapalım derken adaletin elden kaçırılması gibi yasalardan kaynaklanan yanlışlar giderilmedikçe hepimizin içini kanatan olayların önünü almak mümkün değildir. Bu menfur cinayetlerin tek sebebi elbette ki yasalar değildir. Her problemi şiddetle çözmeyi öngören şiddet kültürü ve eğitimsizliğin de bunda büyük etkisi vardır. Her toplumsal olaydan sonra idam idam diye bağırmak, öldürmekten, şiddetten başka bir çözüm yolu düşünmediğimizin ispatı değil mi?