On altı yıllık AKP iktidarı yıllardır dışarıdan aldığı yüksek faizli döviz ile içeride popülist yatırımlar yaparak devletimizi borçlandırmıştır. Alınan paraları yol, köprü, bina gibi inşaatlar yaparak beton yığınlarına gömmüştür. İhaleleri yandaş iş adamlarına peşkeş çekmiş “devletin malı deniz, yemeyen domuz” mantığı ile ülkemizi ve milletimizi felaketin eşiğine getirmiştir.
Sadaka kültürünü ekonomik model haline getiren iktidar kurduğu vakıf, dernek ve devlet eliyle yoksul, yorgun ve yılgın kalabalıkları (yaklaşık 20 milyon) bulunduğu zeminde beslemiş, bu sosyal kitle üzerinden iktidarının devamını sağlamıştır. Kısaca “al gülüm – ver gülüm” düzleminde din adına bir zihin ve inanış biçimi inşa edilmiştir.
Sürekli devletimizi kuran irade kötülenmiş, Ulus devletin kıymet ve değerleri aşağılanmış, saldırılar en üst perdeden aleni yapılmıştır. Yeni “Osmanlıcılık” adı altında siyasal İslamcıların sınır tanımayan hezeyanlarına yol açılmıştır. Dolayısı ile ülkemiz “Başkanlık” sistemi diyerek birinci meşrutiyete evirilmiş, meclis işlevsiz bırakılmış, tek adam yönetimine devredilmiştir.
Uzun zamandır değişik uyaranlarla kapımızı çalan ekonomik kriz geldi, kapımızı kırdı, içeriye girdi. Türk lirasını yerle bir etti. Paramız değer kaybetmeye süratle devam ediyor. Alım gücü düştükçe açlık ve yoksulluk ve var olan çaresizliğin tavan yapacağı öngörülmektedir. Dolayısı ile ekonomik krizin adım adım sosyal krize dönüşmesi kaçınılmaz görünmektedir. Bu arada sosyal krizden beklentisi olan iç ve dış güçlerin hareketlendikleri gözlenmektedir.
DIŞ GÜÇLER
Ortadoğu ve Türkiye üzerindeki çıkarlarını garanti etmek için bir dizi yaptırım uygulama hazırlığı içindedirler. Sosyal krizin doğuracağı huzursuzluk, çaresizlik ve mutlak keyifsizlik, gelecek kaygısı ile bütünleşmiş sosyopsikolojik durumdan faydalanıp, borç verme, IMF’yi devreye sokma vs. gibi bir dizi önerileri sahaya sürüp, istediklerini elde etme yolunu tercih edecekleri düşünülmektedir.
İÇ GÜÇLER
Zaafları ve becerisizliklerinden dolayı iktidar tarafından teslim alınmış siyasetçiler.
Mevkii, makam ve rütbe derdinden başka beklenti ve endişesi olmayan siyasetçi, asker ve bürokratlar.
FETÖ damgası yerim korkusuyla karnından konuşan veya hiç konuşmayan akademisyenler.
Falanca hırsız, falanca yolsuz, şu faşist, bu komünist, şunlar İslamcı, bunlar yobaz gibi kavramlar üzerinden siyaset yapan aylaklar, Türk siyasetinin nasıl bir tükenmişlik içinde bulunduğunu bize göstermesi açısından çok önemlidir.
Yukarıdan beri profilini çizmeye çalıştığımız siyasi tipler mevkii, makam, rütbe ve kazanımlarını kaybetmemek adına her türlü güçle iş birliği yapmaya hazırdırlar.
Şimdi geldiğimiz noktada var olan ve belirginleşen ekonomik çöküş toplum katmanlarında huzursuzluğu tetiklerken, uzun zamandır inşa edilen din ritüelli bedevi zihin yapısı “Osmanlıcılık” ile maskelenerek başkanlık sisteminin getirileri ile yeni bir yol ayrımında son oyununu oynamaya çalışmaktadır.
Sosyal, siyasi ve ekonomik krizin bugüne kadar izlenen AKP politikaları olduğu gerçeğini örterek bunun dış güçler yani küresel güçlerin bir oyunu olduğu bizi batırmak istediği şeklinde bir algı yaratılarak Türk milletinin gerçeği görmesi engellenmektedir. Dolayısı ile biz siyasal İslamcıların “reklam arası” dedikleri Cumhuriyet dönemini kapatıp ümmetin lideri büyük reis! İle ümmetçi dünya görüşüne doğru yol aldığını düşünmekteyiz.
Bu gidişata önlem alınmazsa çıkması muhtemel görünen sosyal krizin akabinde kimin kiminle mücadele edeceği, kim kimin boğazını sıkacağı, kimin kimi yok edeceğini kestirmek mümkün değildir. Böylesi bir durum Türkiye Cumhuriyeti devletini belirsizliğe, karanlığa ve bir öngörülmez kargaşaya sürüklemek demektir.
NE YAPMALIYIZ?
Türk milletinin yakın tarihine baktığımızda görürüz ki içinde bulunduğumuz durumun benzerini 1880li yıllarda yaşamış ve koca bir imparatorluğu kaybetmişiz. Dönemin padişahı Abdul Hamid otuz üç yıl İstanbul’da Galata bankerlerinden (Yahudi, İngiliz, Rum) borç para alarak devleti idare etmiştir. Ancak borçları ödeyemez duruma geldiğinde alacaklılar topraklarımızı talep etmişler, çeşitli tehditlerle “Duyunu Umumiye” ‘yi kabul ettirmişlerdir. Yani toplanan vergilere el koymuşlar, yetmemiş payitahtı ve ülkemizi işgal etmişlerdir. Ahalinin büyük bölümü “padişahım çok yaşa” diye slogan atarken bir avuç Türk milliyetçisi aydın ve subay örgütlenmiş kurtuluş savaşına girişmiş, büyük bedeller ödeyerek bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuşlardır.
Bugün elimizde var olan bu devleti elde tutup yarınlara taşımak için ulus devletimizin taşıyıcı kolonlarına bağlılık gösteren, vatana ve Türklüğe aidiyet duyan her Türk evladının sağcı, solcu, İslamcı, şucu, bucu bunları bir kenara bırakıp Gazi Mustafa Kemal’in sıkı sıkı sarıldığı ve koruduğu devletin felsefesi haline getirdiği Türk Milliyetçiliği fikri etrafında örgütlenmeliyiz. Kurucu ayarlara yani fabrika ayarlarına dönmeliyiz. Ekonomik, sosyal ve kültürel sıkıntılardan kargaşa ortamına sürüklenen milletimize bir yol açıp yeni ufuklar göstermeliyiz. Bu Türklüğün diriliş manifestosu Atatürk’ün gençliğe yazdığı hitabe de açıkça ortaya konmuştur. Başka yol ve çıkışlar zaman kaybı, aklın, bilimin ve deneyimin ötesine düşmektir. Bu ışığın yandığı yerde buluşmak dileğiyle. Hoşça kalın…
Not:Siyasal İslam Emevi döneminde saltanatın devamını sağlamak adına uydurulmuş din dir.