İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ahat Andican, Osmanlı Arşivi’ndeki rutûbet ve küf kokusunu TBMM gündemine taşıdı. Andican’ın araştırma önergesi, AK Parti ve MHP oylarıyla reddedildi.
Bugün Karar gazetesi, “Osmanlı Arşivinde Küf Kokusu” manşetiyle çıktı. Haberin ayrıntısında Andican’ın konuyla ilgili şöyle bir açıklaması var:
“Osmanlı Arşivleri, rutûbet ve küf nedeniyle zarar görüyor. TOKİ, ‘temel altı susuzlaştırma’ ihâlesi açtı. Binâ, dere yatağında yapıldığı için faydası olmayacak. Araştırma önergesi verdim. AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. Bu eşsiz hazinemizin gördüğü eşsiz zararın sorumlusu kim olacak?” diye sordu.
Şimdi sorum şu:
2015 yılında MHP’den aday adayı olan Ahad Andican, şu an MHP milletvekili olsaydı yine Osmanlı Arşivi’nin mâruz kaldığı tehlikeyi dile getirecek miydi yoksa Osmanlı Arşivi çalışanlarına, “Aman basından uzak durun!” diyen MHP’li vekiller gibi mi davranacaktı?
Cevâbı, hepimiz biliyoruz.
Devlet Arşivleri Başkanı Uğur Ünal’ı bitim kadar sevmesem de bir hakkı teslim etmek zorundayım. Uğur Ünal’ın, Osmanlı Arşivi’nin Kâğıthâne’ye taşınmasıyla bir alâkası yoktur. Bu kârarın altında TOBB Üniversitesi Rektör Yardımcısı Yusuf Sarınay’ın imzâsı vardır. Yusuf Sarınay, tıpkı Andican gibi Türk Ocakları üyesi milliyetçi bir akademisyendir. Bu imzâyı isteyerek attığını zannetmiyorum. Hattâ itiraz ettiğini ama dikkate alınmadığını duydum.
Mâdem bu bir ihânet, niye imzâ atıyorsun arkadaş? Atmasan, “Bana müsaade!” desen ne olur? Belki Cenâb-ı Hakk, kaybettiğin mertebeden daha iyisini nasib edecek.
Daha evvel de yazdım. Osmanlı Arşivi’nin Kağıthâne’ye taşınmasına en şiddetli itirazı Murat Bardakçı yaptı. 2009’da “Sele kurban gider!” diye haykırdı. Erhan Afyoncu, Bardakçı’yı destekledi. Şu anda ikisi de bu konudan uzak duruyorlar.
İşte bütün meselemiz bu! Makam uğruna susmak!
Susmak ama sağda solda makamların gelip geçici olduğunu söylemeyi ihmâl etmemek.
Yerinde kalmak uğruna o imzâyı atan, daha sonra başka bir sebepten görevden alınan Sarınay da vedâ konuşmasında makamların gelip geçici olduğunu söylemişti. Anam babam, bir kere de memleketin yararına ve ilkeleriniz uğruna istifa edin de gelip geçici olduğuna inanalım.
Yok olmaz. O makamlardan, ya görevden alınarak veya iyi bir yere geçerek ayrılırlar. Çünkü sabah kalkıp şöförsüz, makam arabasız işlerine gidemezler. Utançtan sokağa çıkamazlar. Bu nasıl bir acziyettir ki küflenmeye râzı ediyor? Bu nasıl bir acziyettir ki her makâmın üzerinde olan hocalığı unutturup siyâsîlere köle yapıyor?
Fin aydını Snellman, Beyaz Zambaklar Ülkesi kitabında “küflü aydınlar”dan şöyle bahsediyor:
“Aydın olmak, modaya uygun elbise ve şapka giymek, kolalı gömlek giyinmek demek değildir. Aydın kesim, milletin beyni durumundadır. Millet, sizi, iyi bir eğitim aldıktan sonra yüksek bir gelir elde edesiniz ve geceleri kahvehânelerde iskambil ve domino masasının başına geçip eğlenesiniz diye okutmamıştır. Böyle olanlar, gerçek aydın olamazlar. Onlar, aydınların küflenmişidirler.”
Velhâsıl küf kokusu, Osmanlı Arşivi’nden gelmiyor. Küflenmiş aydınlardan geliyor.
Ne acıdır ki İsmet İnönü ve CHP deyince Bulgaristan’a satılan arşiv belgelerini bayıla bayıla hatırlatan siyâsetçiler, Osmanlı Arşivi’nden yükselen küf kokusunu ciddiye almıyorlar. Muhtemelen küf kokusunun aydınlardan geldiğini düşünüyorlar (!)
1931’de arşiv evrâkı Bulgaristan’a satılırken susanları, bugün kimse hatırlamıyor. Sesini yükseltip yetkilileri harekete geçiren İsmâil Hakkı ile Muallim Cevdet ise rahmet ve minnetle anılıyor.
..........
Devlet Arşivleri 1994’de “Bulgaristan’daki Osmanlı Evrakı” adıyla bir kitap yayınladı. Kitapta 1931’de arşiv evrâkının Bulgaristan’a satılması rezâletinin nâmuslu gazeteciler ve târihe gönül vermiş aydınlar tarafından nasıl durdurulduğu anlatılıyor. Şu ifâdeleri dikkatinize sunuyorum:
“1931 yılında, asla affedilmesi ve unutulması mümkün olmayan bir gaflet neticesi, bilebildiğimiz kadarı ile dünya arşivcilik târihinde bu konuda tek örnek olarak, çoğu maliyeye ait Osmanlı dönemi arşiv malzemesi, millî hâfızamızın bir bölümü, sorumsuz, millî kültür ve şuurdan habersiz bir-iki kişinin gayretiyle Bulgaristan’a hurda kâğıt olarak satılmıştır. Tarihî evrakımız ot balyaları gibi çemberlenip vagonlarla Bulgaristan'a gönderilirken, bu durum Son Posta Gazesi yazarı İbrahim Hakkı (Konyalı) tarafından tesbit edilmiştir. İbrahim Hakkı (Konyalı), ilgili makamlara müracat ederek bu işlemin durdurulmasına çalışmışsa da maalesef muvaffak olamamıştır.
Daha sonra Muallim Cevdet (İnançalp) olayın takipçisi olmuş, dönemin Başbakanı İsmet İnönü'ye bir mektup yazıp, evrak satışının incelenerek, yapılan usûlsüzlüğe son verilmesini istemiştir.
Gazetelerdeki neşriyat ve Manisa Milletvekili Refik Şevket İnce'nin Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verdiği önerge üzerine, hükûmet bu konuda teşebbüse geçmiş; ancak Bulgaristan'a satılan evraktan bir kısmı geri alınabilmiştir. Olaya sebep olanlar hakkında ise soruşturma açılmış, fakat Recep Peker'in başbakanlığı döneminde çıkan umumî af sebebiyle, olayın müsebbibleri ceza almaktan kurtulmuşlardır.
Bir milletin kendi kültürünü, tarihini ve mirasını satmak anlamındaki bu facia, olaydan tesadüfen haberdar olabilen İsmail Hakkı Konyalı ve Muallim Cevdet gibi tarihe, kültüre vâkıf, inançlı insanların gayretleri ile kısmen önlenmiş; Fuat Köprülü, Ahmed Refik gibi tarihçiler konunun önemine dikkat çekmişler ve nihayet evrakın bir bölümü satıldıktan sonra hükûmet harekete geçmiştir.
Konunun devlet düzeyinde ele alınması hâdisesi, Muallim Cevdet’in İsmet İnönü’ye yazdığı mektup ile başlamıştır. Muallim Cevdet, mektubunda, Türk tarih ve kültürü yönünden çok önemli bir belge olan evrakın satılmasının yanlışlığı konusunda endişelerini ve tepkisini belirterek, Türk tarihinde şimdiye kadar karanlıkta kalmış birçok konunun bu belgeler olmadan aydınlatılmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir.”