AYM'nin güvenlik soruşturmalarını kaldırması ve şehirlerarası yollarda gösteri yürüyüşünü yasaklayan kanunu iptal etmesi üzerine, Süleyman Soylu ağır eleştirilerde bulunarak," Anlıyorum ki her gün gelen şehit haberleri, yapılan terörle mücadele, terör örgütlerine karşı verilen kahramanca mücadele onlar için film sahnesinden ibaret," demişti.

Soylu'nun bu sözlerinin eleştiriden ziyade itham olduğu, AYM üyelerini terör ve bölücülük karşısında duyarsız kalmakla suçladığı açık. Üslup çok ağır olduğu için, AYM başkanı Zühtü Aslan, önceki gün eleştirilere cevap verirken, sözün nasıl söylendiğinin, bazen ne söylendiğinden daha önemli olduğuna dikkat çekmek zorunda kalmış, şunları söylemişti:

"Terörle mücadele tarihinde demokratik devletlerin zaman zaman düştükleri bir tuzak vardır. Bazen hukuku bir kenara bırakarak ya da bir süre askıya alarak mücadele etme zorunluluğundan bahsedilir. Aslında bu tam da teröristlerin istediği şeydir. Hukuku ayak bağı olarak gören bir anlayış ve uygulamanın, verilen haklı mücadeleye gölge düşürebileceği ve uzun vadede ağır maliyetlere yol açabileceği bilinmektedir"

Zühtü Aslan'ın üslup uyarısı da, terörle mücadelede örgütlerin çeşitli eylem biçimleri ile devletleri sert önlemler alma tuzağına düşürerek, vatandaşla devlet arasındaki bağı örselemek istedikleri yönündeki açıklamaları da yerindedir. Zira baskı arttıkça vatandaşın rahatsızlığı artmakta bu da örgütlerin kar hanesine yazılmaktadır. Tecrübeler, hukuk içinde yapılmayan mücadelelerin geçici rahatlamalara neden olsa da uzun vadede daha büyük maliyetlere neden olduğunu göstermektedir. Baskı terörü yavaşlatmakta, lakin onun tabanını, sempati alanını genişletmektedir. PKK'nın marjinal bir örgütten kitlesel bir harekete dönüşmesinde, bölgede yapılan yanlış uygulamaların büyük payı vardır.

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze bir çok isyan ve kalkışma girişimi olmuştur. Koçgiri, Şeyh Said,Ağrı, ve Dersim bu isyanların bazılarıdır. Bunların hepsi de bastırılmış, suçlularla birlikte kitleler de sürgünlerle, hukuk dışı uygulamalarla cezalandırılmış,toplumla devlet arasında büyük kırılmalar meydana gelmiştir. Devlet bu isyanlara müdahale etmede sonuna kadar haklı, ancak cezalandırırken genellemeci ve yer yer kural tanımayıcı bir tutum takınmasıyla da haksızdır. Öyle olduğu için de bu uygulamalar nesilden nesile aktarılmış, ayrılıkçı siyasetin silahına mermi olmuştur. Örgüt militanları üzerinde yapılan bazı çalışmalar, bir çoğunun bu hikayelerden yola çıkarak örgüte katıldığını göstermiştir.

Benzer bir kuralsızlık 12 Eylül'de de yaşanmıştır, askeri yönetim ülkücü/Marksist ayırımı yapmayarak herkese aynı tarifeyi uygulamış, on binlerce insanı işkenceden geçirmiş, yüzlercesi faili meçhule gitmiş, elli kadarını ise asmıştır. Hukukun gölgesi altında olması gerekenler, hukuki korumadan yararlanamamış, her türlü eziyete düçar olmuşlardır. Yıllar boyunca kullanılan bu üslup ve uygulama devletle vatandaşın arasını açmaktan başka işe yaramamıştır.

Mahkeme kararları veya yargıçlar eleştirilmez değildir.Hiç şüphesiz, AYM kararları üzerinde de konuşmak, eleştirilerde bulunmak mümkündür.Mahkeme başkanı da açıklamasında bu gerçeğin altını çizmiştir. Ancak bu yapılırken, üslubun iyi ayarlanması ve eleştirilerin yine hukuk mantığı içinde yapılması gerekir. Mahkeme kararlarını siyasetin terazisi ile tartmak bizi doğru bir yere götürmez, doğru olan, siyasi iş ve eylemleri hukukun terazisine vurmaktır. Kürdü Kürtçü yapan, devletin hukuk olmadan da korunabileceğini ihsas eden, devlet bağını zayıflatan bir üslup doğru değildir, ne yazık ki uzun zamandır siyasete hakim olan üslup budur.