MHP GENEL MERKEZİNE ÇAĞRIMDIR 

Bu yazı, ortaokul çağlarında Ülkü Ocaklarına yeni adım atan bir gencin duygularıyla ve fakat yarım asra yaklaşan amatör bir tecrübenin gözlüğüyle yazılmıştır.  

Allah (c.c) rızasının ve ülkücü vebalin ötesinde şahsım adına bir niyetim var ise kurusun o niyet, düşünemez olsun o beyin, konuşamaz olsun o dil, çarpmaz olsun o kalp… 

O nedenle kimse oraya buraya çekmeye kalkmasın. 

15 Mayıs Pazar günü MHP tarihinde bir ilk yaşandı. 1999 seçim sürecinde yaşanan heyecanın bir benzeri hatta bir adım ötesi… 

Esenboğa meydanında, karayolu üzerinde, çitlerin eşiğinde, polis barikatlarının döşünde yapılan daha doğrusu yapılmaya çalışılan bir kongre denemesi. Ben de oradaydım, olmak zorundaydım, nasıl ki imkânlarım el verdiğince şimdiye kadar gerek Ankara’da ve Bursa’da gerekse yurdumun dört bir köşesinde katıldığım mitingler ve toplantılar gibi. 

Esenboğa’da eskilerden üç film geçti hüzünle gözlerimin önünden. 

Bir: 1975 yılında merhum Başbuğun Diyarbakır ziyareti ve yapılamayan toplantı sonrasında Diyarbakır’da yaşadığımız zor günler ve 1976’da otobüse bindirilmediğimizden kamyon üzerinde şehri terk… 

İki: 1978 yılıydı sanırım, büyük bir katılımla Erzurum’dan Samsun’a mitinge gidişimiz ve miting alanındaki iktidara inançla haykırış… 

Üç: 2002 seçimlerinde baraj altı kaldıktan sonra iktidara susamış ülkücü harekâtın 2007 seçimlerinde Bursa’da yaptığı mitingde yaşadığımız coşku ve milletvekili adayı olarak otobüsün üzerindeyken vatandaşlar arasında gördüğüm bir pankartın gözlerimi yaşartması… 

Evet, 15 Mayıs günü Esenboğa’da farklı bir heyecan, çok farklı bir coşku, çok çok farklı bir umut vardı.   

Bunun Sayın Genel Başkana karşı olmakla veya ister olağan isterse olağanüstü kongrede Genel Başkan adayı olmak isteyenlere destekle ilgisi var gibi görünse de aslında yoktu...  

Zaten orada ön plandakilerin, konuşma yapanların, otobüsün üzerindekilerin tamamı Sayın Genel Başkan’ın ve Genel Merkez yöneticilerinin en yakınlarıydı, en çok güvendikleriydi, vaktinde tercih ettikleriydi. 

MHP’nin eski veya mevcut milletvekilleri, MHP kontenjanından Bakanlık yapmış kişiler, ömrünün önemli bir kısmını işkenceler altında, taş-medreselerde geçirenler, yıllarca il-ilçe-belde teşkilatlarını ayakta tutanlar, sabahlara kadar bir oy bir oydur inancıyla seçim sandıklarının başından ayrılmayanlardı. 

Peki, ne oldu da bu kişiler yer değiştirdiler? “Karşı cephe” demeye kalemim el vermiyor. 

Bu seferki başka bir şey… Aslında nedeni bal gibi biliniyor ama uyur numarası yaparak görmezden geliniyor. 

Gelelim halisane görüşlerimize ve tespitlerimize; 

Genel Merkezin tabanla arasında mesafeler oluştu ancak bunun farkında değiller ki müsebbipler halen baş tacı kılınıyor… 

İnsanlar konuşmayı unuttu, acaba televizyon programında bir saat kaldı ancak Genel Başkanımızın adını bile anmadı suçlamasına maruz kalır mıyım tedirginliğiyle… 

Sayın Genel Başkanı savunmaya çalışırken, istisnalar hariç birçok mensubumuzun işi ellerine yüzlerine bulaştırdıklarının farkında olunmaması… 

Ülkücülere sevgisini yitiren, kendisinden başkasını sevmeyen, dört dönem milletvekilliği yapmasına rağmen TBMM’de tek bir iz bırakamayan, akıllarda kalan tek izi Genel Başkanla kameralarda görünmek olan, tabana somurtan kişilerin illerine tercih edilmesi… 

Partiyi ve politikalarını savunmak üzere televizyonlara çıkan bazılarının hazırlıksız, klasik medya bilgisiyle çıkması ve başarılı olamaması, başarılı olabileceklerin ise her nedense uzakta kalmaları… 

Genel Başkanın yakın çevresinden bir kesimin polyannacılık oynayarak, kendilerini riske etmemek için gerçekleri konuşamaması… 

Ülkücünün mecazi manası dik duran adamdır, bulunduğu yerde düşüncesine hürmeten dik duranları devletin gücüyle ezenlere yazılı demeçler ötesinde ses çıkarılmaması… 

“Öz ağlamazsa göz ağlamaz” atasözümüzü teyit edercesine, sevgiye susamış insanımızdan sevgiyi esirgeyenlerin ön sıralarda oturması, belki de bunun farkında dahi olmaması… 

Bırakalım Türk Milletinin ekseriyetini, ülkücü tabanın bile MHP iktidar olmak istiyor mu sorusuna kuşkuyla bakması… 

Ne deniliyor, ne görülüyor? MHP’nin AKP hükümetine olan sert eleştirilerine nokta olmasa da virgül kondu deniliyor. Sokaktaki vatandaş böyle konuşuyor. Kendimizin dışındakilerle sohbette bunu görüyoruz. Kendi oyumuz bize yetmediğine ve dışımızdakilerin oyuna ihtiyacımız olduğuna göre başka çıkar yol var mı sokağın sesine ses vermekten öte… 

Hükümeti en hazırlıklı ve sert eleştiren Sayın Oktay Vural bile sustuğuna göre. Hükümet ve cemaat kanka iken her iki tabanında MHP’de en rahatsız oldukları kişiydi Oktay Vural. Buna defalarca bizatihi şahit oldum… 

Partimiz artık ve epey süredir politika üretemiyor veya ürettiğini sunamıyor. Yetmezmiş gibi özellikle sanal medyada hakaretamiz söylevlerle birbirini yaralayan bir yapıya kim dur diyebilir? Genel Başkandan gayri… 

Sosyolojik dokumuz yara almakla kalmadı onmaz çalkantılara doğru koşturuluyor. Bindiğimiz dalı kesiyoruz ancak haberimiz yok gibi…  

7 Haziran sonrası iktidara mesafe koyarken bize bunlar Fatiha bilmez diyenlere sonradan henüz öğrenemediğimiz bir nedenle yakınlaşmamız… (Benim yakın arkadaşlarımın ve aile dostlarımın hemen tamamı beş vakit namazını kılmaktadır ama birileri bizi çok insafsızca Fatiha bilmezlikle suçlayabildi) 

Ülkücü camiayı birileri haksız eleştirilerle hoyrat olarak gösterse de, bizim camiamızda da düşünen, üreten ve topluma sunan insanlar var. Hatta bu sayı Türkiye genel ortalamasının üzerindedir diyebilirim. Ancak özellikle isimsiz münevverlerimizi kimseler pek bilmiyor… 

Bırakalım MHP tabanını, Türkiye genelinde; 

Ulvi İzzet kadar okuyan kaç kişi var? Ümit Özdağ’ın emsali kaç stratejist var? Ruhi Ersoy kadar kendini yenileyen kaç kişi var? Sinan Ogan’la tartışabilecek kaç siyaset bilimci var? Ömrünün neredeyse üçte ikisini tekerlekli sandalyede geçirmesine rağmen partisine hizmete çalışan Cengiz Yeğin gibi kaç alperen var? Meral Akşener kadar kaç dirayetli kadın var? Koray Aydın gibi kaç parti hafızası var? Başbuğ’un sağlığında Doğu’nun Başbuğu unvanını alan Yılma Durak gibi kaç aksakallı var? Oy versin, vermesin Cumhurbaşkanlığı makamına Devlet beyi yakıştırmayacak kişi çıkar mıydı dersiniz? Yıldıray Çiçek’in ve Servet Avcı’nın Hürriyet yazarlarından neyi eksiktir?  

Bu isimler sayılamayacak kadar çoğaltılabilir. Falan kişi neden unutulmuş veya falan ismin ne iş var burada denmesin. Hani ülkücü ülkücünün kardeşidir diyoruz ya. Bu ideoya önce kendimiz hürmet göstermeliyiz ki millet de inanabilsin. 

Devletin başına Devlet gelecek sloganını gerçekleştirmek üzere Ekmeleddin beyin yerine Sayın Bahçeli aday olsaydı daha mı az oy alırdı? Ama bunu kim dillendirebilecekti?  

Biz kendi değerlerimizin kıymetini bilmedik, bilmiyoruz. Hamaset yapan, sentez yapamayan, okumayan kişilerle bir yere varılmayacağını görmemiz lazım. MHP bir bütündür. Ne Devlet beyi, ne de Özdağ’ı, Aydın’ı, Akşener’i, Ogan’ı, Başaran’ı, Sazak’ı veya herhangi birimizi kaybetme lüksümüz olmalıdır.  

Siyaset bir ekindir. Önce ekersin sonra biçersin. Yani yatırım yapmak gerekir. Örnek mi istiyorsunuz? Başka bir cenahtan hafızamda izi olan bir örnek vereyim o halde. Belki ders alanımız olur. 

Refah Partisi tabanı Türk siyasetine balyoz gibi bir çivi çaktı. 2 Cumhurbaşkanı, 5 (4+1) başbakan, yüze yakın Bakan… Ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin kesintisiz en uzun ömürlü iktidarına orada yetişenler sahip oldu. Nasıl mı? Bir düşünün bakalım, bir zamanlar kırk küsur milletvekiliyle Refah Partisi’nin yaptığı muhalefetle TBMM’nin altını üstüne getiren, çalışan, üreten, konuşan, sunan bir yapının ürünü değil de nedir bugünkü iktidar? Her kütüphaneye gidişimde Refah Partisi Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’i (merhum) okurken, bir şeyler hazırlarken bulurdum. Ve ertesi gün meclis kürsüsünü inlettiğini görürdüm. 

Peki, bizimkiler 40 milletvekili ile aynı şeyi yapamazlar mı? İnletilecek yer, indirilecek gök kubbe mi var diye sormayın lütfen. Kimseyi suçlamıyorum, sınırlı sayıda vekilin dışındakiler yazılı sözlü soru önergelerinden gayri bir şey ürettiler de haberimiz olmadıysa özür dilemeye hazırım.   

O nedenle, Genel Merkezimize çağrımı yeniliyorum. Geçtir ama çok geç sayılmaz, değil mi ki bir sıfırdan büyüktür ve değil mi ki en kötü karar bile karasızlıktan iyidir.  

Olaya el koyun ve Olağanüstü Kongre çağrısını siz yapın. Yargıtay kararını beklemeden, 2016 yılı içinde olmak kaydıyla yeni tarih belirleyin, isterse Sayın Genel Başkan da dâhil yeni adayların çıkmasına ön ayak olun. Çıkın televizyonlarda bangır bangır anlatın. Her ne kadar havuz medyası şimdiki gibi yer vermeyecek olsa da yine de anlatmaya çalışın.  

İki kelimeyi bir araya getirmekte zorlananları değil, birikimi olanları, emek verenleri ve belagati yüksek olanları sürün sahaya ve medyanın önüne. 

Suçlamaları göğüsleyerek, başka yerleri de suçlamadan aklıselim ile camianın ve milletin geleceğine aydınlık bir kulvar açılmalıdır.  

Bazıları nasılsa milletvekili olarak emekliliği hak ettim düşüncesiyle benden ötesi tufan diyebilir ama bu yolda ömrünü ve servetini harcayan siz diyemezsiniz. Bazıları tek sermayesinin sizin tarafınızdan desteklenmek olduğunu bilerek gerçekleri sizden saklayabilir ama siz görmezden gelemezsiniz. 

Küllerimizden yeniden doğalım ve bu devletin, milletin, üç hilalin bekasına el koyalım. Lütfen aklıselim, aklıselim, aklıselim… Zira aklıselim olursa, kırılmaların bir kısmı kalıcı olsa da önemli bir kısmı tamir edilebilir. Aksi halde çok yazık olur. Bunun doğruluğunu ve/veya yanlışlığını test için ille de bir seçim yaşayıp maazallah yerlerde sürünmek mi gerekir? 

Ve böylece sevindirin; 

Amatör ülkücüleri, ömrünün sonuna yaklaşırken güçlü ve muktedir bir MHP iktidarının özlemiyle yanıp tutuşanları, bu ülkeyi gerçekten karşılıksız sevenleri, şu anda MHP lehine esen rüzgârla dalgalanacak bayrak bekleyenleri… 

Genel Merkezimize çağrımdır; 

Şehitlerimiz vebal hakkı için, gazilerimizin uzuv hakkı için, işsizlerimizin aş hakkı için, ötekileştirilenlerimizin gönül hakkı için, şehit analarının süt hakkı için, dünya Türklüğünün ses hakkı için, İslam dünyasının umut hakkı için olaya el koyun ve ülkü camiasının daha fazla örselenmesine engel olun… 

 

Es-selam olsun, vesselam olsun, has-kelam olsun Birlikten yana olanlara...