MİLLİ DOKTRİN KAVRAMLARI ÜZERİNE DENEMELER
MİLLİ DEVLET ANLAYIŞIMIZ:
Türk Milliyetçiliğinin “dört başı mamur ideoloji” olma yetenekleri göz ardı edilerek, kuru hamaset ve merkez taassubu ile fikir üretmeyen, dogmatik ve sloganik bir parti sempatizanlığı çukuruna çekilmeye çalışıldığı bu süreçte, bütün başka büyük örneklerinin yanında küçük denemeler zinciri oluşturmasını ümit ederek başlamaya niyet ettiğimiz bu yazı dizisinin akademik olmaktan ziyade dağ ateşleri mesabesindeki örneklerinin yanında bir kıvılcım etkisi yaratırsa vazifesini ifa etmiş sayılacağı peşin hükmü ile söylemeliyim ki hacim itibariyle bir köşe yazısının kat be kat üzerinde bir genişliğe sahip olan bu konuda biz “Milliyetçi Devlet Anlayışı”nı bir iki noktadan ele almaya çalışacağız.
En çetrefilli yaşam biçimine sahip olduğundan ve hayatını idame ettirebilmek için kendisinin dışındaki türdeşlerine ihtiyaç duyduğundan, kendi tekâmülüyle birlikte basitten karmaşığa doğru bir hayat biçimini de var edegelmiştir insan. Bu birlikte yaşamak mecburiyeti zaman içinde yığından klana, klandan halka, halktan millete bir gelişme zincirinin halkalarını oluştururken, toplum son kertede, gerek kişi-kişi gerekse kişi-toplum ilişkilerini düzenleyecek ve bu ilişkilerde düzeni sağlayacak bir sistem gereksinimiyle devleti var etmiştir.
Benzer sebeplerin benzer sonuçlar doğurduğu genel kuralının neticesi olarak farklı toplumlar aynı mekanizmayı –devleti- kurmuşlarsa da her toplum kendi rengini vermiştir kurduğu bu tüzel kişiliğe. Toplumsal doku, yaşama alışkanlıkları, inanç sistemleri, kestirme bir deyişle, zaman içerisinde var edilen milli kimlik farklı toplumlar tarafından kurulan farklı devletlerin de alamet-i farikası (ayırıcı özelliği) olmuş fakat aynı toplumlar tarafından farklı zamanlarda veya başka coğrafyalarda kurulan devletler ortak karakteristik özellikler göstermişlerdir. Devletin, milletin hukuki tanımı ve tüzel karşılığı olarak kabul görmesi bu sebeptendir.
Kuşku yok ki Milliyetçi Devlet Anlayışı kodları itibariyle kendisini var eden Türk milletinin binlerce yıllık “devletli millet” olma vasfının doğurduğu devlet geleneğinin bütün olumlu yanlarını deruhte eden, bununla birlikte zaman içerisinde zaaf olarak ortaya çıkmış olumsuz yanlarını da yine Türk milli kültürü içerisinden ürettiği çözümlerle olumlulayan bir anlayışa sahip olmalıdır. Bu bağlamda Türk devletinin merkezinde bulunması gereken ilk kavram “Adalet”tir. Millet keyfi veya metazori uygulamalarla idare edilemez. Milliyetçi Devlet bütün kurum ve kuruluşları itibariyle hukukî olmak mecburiyetini taşımak özelliği bir yana fiil ve tavırlarıyla da adil olmak mecburiyetindedir. Sosyal statü, varsıllık, bir fırkaya, bir grup veya meşrebe mensup olmak gibi özellikler devlet nezdinde yada devlet kapısında görülecek iş ve işlemler bakımından bir kişiyi diğerlerinden avantajlı yada dezavantajlı konuma sokmamalıdır. Nüfus Cüzdanınızdaki tabiiyet kısmı ile yürek çeperinizde taşıdığınız mensubiyet duygusu Türk devleti için tek ayrıcalığınız olmalıdır. Bu, sizi -bütün farklılıklarınıza rağmen- gerçek anlamda eşit birer millettaş/ yurttaş kılmak ve sizin, devletin bütün nimetlerinden aynı oranda faydalanmanız ve külfetlerine gücünüz mukabilinde katlanmanız için yeterlidir. Daha basit bir deyişle mahkeme kapılarında da, hastane koridorlarında da bütün Türk yurttaşları eşittir ve eşit muamele görme hakkına sahiptir. Zengin çocuklarının askerlik bedeli olarak devlete para, fakir çocuklarının ise can verdiği bir uygulama Milliyetçi Devlet Anlayışına aykırıdır. Milli Türk devletinde, devlet kapısında görülecek vazifeler için, Türk milletinin fertleri başka hiçbir özellikleri itibariyle değil ancak ve ancak ehliyet ve liyakatleri itibarı ile ayrıcalık sahibi olabilirler.
Açları doyuran, çıplakları giydiren, koruyan-kollayan, baba kavramları ile sosyal adalet özelliği ön plana çıkartılan ve bizce de böyle olması gereken devlet anlayışını övgüde ifrada kaçılmasının, zaman içerisinde meydana getirdiği gereğinden fazla kutsal ve sadaka kültürünün yayıcısı devlet gibi iki olumsuzlukla hem devlet- millet ilişkileri zedelenmiş hem de sünepe, tembel ve dilenen bir toplum ortaya çıkmıştır ne yazık ki. Doğrudur, devlete kutsiyet izafe etmek kadim Türk anlayışıdır. Bunun da sebebi bütün fertler için can, mal ve ırz emniyetinin ancak kurulu bir düzen eliyle olabileceği, dirlik ve düzenin bu yolla sağlanabileceği şaşmaz hakikatidir. Yöneticinin (hakanın) kendisine tanrı tarafından kut bahşedilmiş kişi gibi görülmesi onun yönetimi altında insanların kendilerini emniyette hissetmesidir. Yönetilenin Tanrı emaneti olarak görüldüğü bu anlayış çerçevesinde devletin ululanması tabiidir. Burada ölçü devletin varlık sebebidir: Devlet, millet için vardır. Milleti hür, mutlu ve müreffeh kılmak; onu her türlü iç ve dış tehditten ve kötülükten korumak devletin asli vazifesidir. Kadim Türk’ten gelen bu insan merkezli devlet anlayışı Milliyetçi Devlet anlayışının da temel düsturlarındandır. Böyle olmak hasebiyle devlet bizim içinde milli mefkureyi gerçekleştirecek güç olmanın yanı sıra milletin mutluluğunu, refahını ve emniyetini sağlayıcı bir kuvvet olmak bakımından da elzemdir ve yücedir. Şeyh Edebali’ye atfedilen “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” veciz sözü milliyetçi devlet anlayışının serlevhalarındandır. Emperyal Türk devletlerinin, Ortadoğu ve Roma kültürünün tesiriyle, “millet için devlet” düsturu yerine “devlet için millet” ve hatta ayırım gözetmeksizin “devlet için herkes” anlayışına yönelmesi, hadim devlet yerine hakim ( kısmen de ceberrut) devleti doğurmuş, millet varlığının tehdit olarak algılandığı süreçler doğmuş; devlet, milletin tesis ettiği varlığını güya milletten korumak için gayr-ı milli unsurlara yönelmiş veya bu unsurlarla ortaklıklar kurmuştur. Devlet içinde habis bir ur gibi büyüyen bu yapılar milleti sefil etmekle kalmamış kendilerinin de tarih müzesinde yer almalarına sebep olmuşlardır. Türk milliyetçileri bu tarihi olumsuzluktan ders çıkarmalı geleneğin var ettiği ve çağlar üstü bir değer olarak orta yerde duran “insan merkezli” devlet anlayışını hakim kılmalıdırlar.
İnsan merkezli devlet anlayışı tabiidir ki bizi sosyal devlet anlayışını esas alan yapıyı kurmak gibi bir vazife ile vazifelendirecektir. Devlet burada eşitlikçi, sosyal adaletçi bir anlayışla, hizmet alma anlamında, güçsüzü güçlüye ezdirmeyen, güçsüzü de güçlü kılan bir yapı oluşturmakla yükümlüdür. Fakat bu, günümüz mantığıyla oluşturulursa, karşımıza ekmek karşılığında köleleştirilmiş, erke tabi kılınmış, tembel, hımbıl, düşünmeyen, sorgulamayan bir yığın çıkacaktır ki bu yığının sosyolojik karşılığı millet değildir, Türk milleti hiç değildir. Alan elin çaresizliğine milleti düçar etmek ona yapılmış en büyük haksızlık ve hakarettir. Sofrasına her öğün bir balık koymak yerine fakirin eline, ücreti daha sonra ve gücü nispetince kendisinden alınacak olan, bir olta vermek ve ona nasıl balık tutacağını öğretmek eftal olandır. Bu yolla hem çalışma teşvik edilecek hem de insanlar kendi alın terlerinin karşılığı olan rızıklarını kazandıkları için kimseye mahkum ve mecbur olmayacaklardır.
Milliyetçi Devlet anlayışında temel amaç, türk milletinin her bir ferdinin mutlu, müreffeh, “fikren, vicdanen ve irfanen hür” olmalarını sağlamaktır.