İkinci Dünya Savaşı'nın üzerinden yetmiş yıldan fazla zaman geçti. Bilim insanları hala bir milletin nasıl Hitler gibi bir tirana teslim olduğunu, sorgusuz-sualsiz peşinden gittiğini tartışıyor. Zira nedenleri ortadan kaldırmadan sonuçları ortadan kaldırmak mümkün değil.
Hitler'in ırkçı politikalarına sadece Alman halkı müzahir olmadı,dönemin bilim insanları, yargıçları, savcıları, Hipokrat yemini etmiş doktorları da alet oldu. Yüz binlerce insan daha çok bu okumuşlar takımının desteği ile ölüme gönderildi.
Yargı, icra organının -hukuk dışına- çıkmasını engelleyen en önemli erktir. Görevini doğru yapan bir yargı, tiranlaşmanın önündeki en büyük engeldir. Hitlerizm tartışılırken gölgede kalmış alanların başında o dönem yargının ifa ettiği fonksiyon geliyor. Hitler, hukuku ayaklar altına alırken, yargı ne yapıyordu sorusu son yıllarda en çok sorulan sorulardan biri. Yargı niçin Hitler'e böyle kolayca suç ortaklığı etmişti?
Savaştan sonra 16 hukukçu ve bürokratın yargılandığı Nürnberg Mahkemelerinde bu sorular yüzlerce/binlerce tartışmalı, hukuk dışı karara imza atan yargıçlara da sorulmuştur. O sanıklardan biri F.Schlegelberger'di.O tarihlerde Adalet bakanı vekiliydi.Çok sayıda yumurta çalıp iki buçuk yıla mahkum olan Yahudi Luftglass davasında merkezi bir rol oynadığı için yargılanıyordu. Luftglass'ın iki buçuk yıl ceza aldığını Hitler de duymuş, Luftglass'ın ölüme mahkum edilmesi için bir mektup göndermişti.İlgili departmanlar arası yazışmalardan sonra Schlegelberger'in imzaladığı bir mektupla Yahudi Luftglass Gestapo'ya teslim edilerek ölüme gönderildi. Schlegelberger ve ötekiler mahkemede, pozitif hukuka değil, Hitler'in iradesine karşı sorumlu olduklarını, özgür iradelerini kullanma zemininin bulunmadığını söyleyerek kendilerini savunmuşlardı. Çünkü Hitlerizm'e göre,
A.Hukuk, siyasi liderliğe hizmet etmelidir,(27.12.2017'de Perinçek'in Hukuk Siyasetin köpeğidir sözünü hatırlayınız)
B.Hitler en üstün yargıçtır,teoride hüküm verme yetkisi sadece ona aittir.
C.Hitler'le doğrudan sadakate dayalı ilişkisi olan yargıç, Hitler gibi karar vermelidir.(Nazi Almanya'sında Hukuk. s.178)
Bu kriterlerin anlamı,yargıçların yazılı yasalar yerine, rejime ve Hitler'e göre hareket etmesiydi.Almanya'dan kaçan bir Yahudi olan Ernst Fraenkel, bu durumu Norm devleti ve Önlem devleti biçiminde, İkili Devlet olarak tarif etmiştir:Norm devleti,1933'ten sonra Nazi yasalarının,uygulamalarının ve kadrosunun etkisiyle dönüşen Alman yasaları ve geleneksel hukuk düzeni, Önlem devleti ise Nazı rejiminin vatandaşlar üzerinde uyguladığı keyfi,kural dışı düzeni temsil ediyordu.Yahudilerin, Çingenelerin ve engelli Almanların toplu katliamları işte bu ikinci önlem devletinin işiydi.
Sanıklar, kendilerini Hitlerizmin prensiplerinin bağladığını, başka türlü davranma imkanlarının bulunmadığını söylemelerine rağmen çeşitli cezalara çarptırıldılar. Onlardan biri de Schlegelberger'di, Müebbet hapis cezası aldı, 1950 yılına kadar hapiste kaldı,1974 yılında 94 yaşında vefat etti.
Nazi Almanya'sında ölüm makinesi gibi çalışan mahkemelerden biri de Halk Mahkemesiydi, 2.5 yıl içinde 5 ila 6 bin civarında ölüm cezası vermişti. Mahkemenin mantığı Adalet Bakanı'nın yargıçlara gönderdiği bir dizi mektupta yatıyordu: Bakan, mektuplarında; mahkemelerin hiçbir biçimde hükümetin eylemlerini denetlememesi gerektiğini, yargıçların kendilerini yürütmenin yardımcıları gibi görerek karar vermeleri gerektiğini ifade ediyordu.Halk Mahkemesi de öyle çalıştı. Görev alanı vatana ihanet, devlete ihanet, vatana ihanete teşebbüs, ulusal savunmayı baltalamak ve düşmanla iş birliğiydi.Hitler gibi düşünmek yargıçları o kadar esir almıştı ki, düşman bir mahkuma bir parça ekmek veya ağır bir yaralıya bir yudum su vermenin cezası bile idamdı. Halk mahkemesi hiç bir hukuk normu ile bağlı değildi.Yargılama yaparken tek kriteri Hitler ne ister sorusuna cevap vermekti. Ne kadar çok ölüm cezası o kadar çok Hitlerle bütünleşmek anlamına geliyordu. Goebbels, Hitler'in mutlak otoritesinin ancak yargı denetimi dışına çıkmasıyla mümkünleştiğini belirterek şunları söyleyecektir: Führer'in görevini yerine getirebilmesi için yasalarla bağlı olmaksızın en yüksek yargıç ve parti'nin lideri konumunda olması gereklidir.
Nazilerle onlara müzahir yargıçlar arasındaki bu ilişki sonraları yargıçların ölüm melekleri, cellatlar, cübbeli caniler olarak kodlanmasına neden olmuştur.Suikastçının hançeri,yargıcın cübbesinin altına gizlenmiştir sözü, bu tip yargıçları tanımlamak için söylenmiştir. Zira,mahkemeler özellikle Halk Mahkemesi Hitler'in amaçlarına hizmet eden hukuk adına hukuk dışı kararlar veren, Alman hayatını bu yönde seferber eden araç ve aracılar haline gelmişti.
Mahkemelerin birer ölüm mahkemesi gibi çalışmasının ardındaki sebeplerden biri de Nazi propagandasının düşman üretme ve toplumsal hafızayı buna göre dizayn etmekteki başarısıdır. 30 Haziran 1934'te başlayan en az 85 kişinin ölümüne neden olan -uzun bıçaklılar- gecesi miti hep canlı tutuldu. SA(Fırtına Birliği) gönüllülerden oluşan, düzensiz, kuralsız askeri bir birlikti. Başlarında Ernst Röhm vardı. Hitler, Röhm ve onun kontrolünde olan SA'yı potansiyel bir engel/tehdit görüyordu.Alman Ordusunun da desteği ile 30 Haziran-1 Temmuz gecesi bağımsız hareket etmeye ve giderek tehdit olmaya başlayan bu grubun üst düzey yöneticilerinin öldürülmesini emretti. 85 üst düzey yönetici öldürüldü, bin kadarı tutuklandı, daha sonra bu cinayetlerin yönetime karşı bir darbeyi-Röhn Darbesi- önlemek için yapıldığı miti işlendi. Sistemin devamı ve Röhn darbesi gibi bir darbeye maruz kalmamak için halkın ve yönetimin gardını bir an bile indirmemesi gerektiği sürekli telkin edildi.Darbe miti, yargının bir giyotin gibi işlemesinin psikolojik unsurlarından biri oldu.
Nazizm'in önünün açılması, kontrolsüz bir güç haline gelmesi yargıçlarla yönetimin suç ortaklığı ve Hitler'in yasaların ve hukukun üstünde konumlandırılmasıyla gerçekleşti.Bu iş birliği yargıyı bir tedhiş aracı haline getirdi. Çünkü Hitlerizm'de şiddet hukuktan önce geliyordu. Bütün erklerin, yargı, yasama ve yürütmenin tek elde,Hitler'in elinde toplanması onu baş yönetici, baş yasa koyucu ve baş yargıç yapmıştı.Yasa da,Parti de, yargıç da oydu.Bu dizginsiz güç Almanya'yı İkinci Dünya Savaşına ve yıkıma sürükledi. Almanlar ve dünya için verdiği en önemli ders ise,hiç bir yöneticinin yasaların üstüne çıkarılmaması, kuvvetler ayrılığı yolu ile denge ve denetim mekanizmalarından asla vaz geçilmemesi oldu.Zira gücün tek elde toplanması tiranlık yolunun açılması demektir. Hiç kimse bu eğilimden azade değildir. İmam-ı Gazali'nin ifadesiyle "Her insanın içinde ben sizin Tanrınızım diyen bir Firavun vardır." O Firavun ancak sınırsız güce eriştiği zaman harekete geçer.
Not. Bütün okuyucularımın Mübarek Kurban bayramını kutlar, sağlıklı, huzurlu, birlik içinde nice bayramlar dilerim.