Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında, çöküşü durdurmak için, farklı fikirler ileriye sürüldü. İslâmcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük, ortaya çıkan, çok sayıda taraftar bulan ana fikir akımlarıydı. Aslında rakip gibi gözüken üç fikir akımı da milliyetçi ruha sahipti. Amaç Türk imparatorluğunu yok almaktan kurtarmaktı.  Yunan isyanıyla başlayan ayrılıkçı hareketler, Sırpların, Romenlerin, Bulgarların Osmanlıdan ayrılmasıyla devam etti. Bu gelişmeler Osmanlıcık fikrini zayıflatırken İslamcılık fikrini güçlendirse de Osmanlıcık fikri tamamen tükenmedi. Çünkü halen imparatorluğun nüfusunun kayda değer oranı gayrimüslimdi.

Osmanlı Devleti, 2. Mahmut’un padişahlığı esnasında adı koyulmamış, seslendirilmeyen milliyetçi politikalar takip etmeye başlar. Bu politikalar Tanzimat’tan sonra daha da yaygınlaşır, 2. Abdülhamit devrinde zirveye ulaşır. 2. Mahmut’un başlattığı reformların temel amacı azınlıklara göre geri kalmış olan Müslüman ahalinin, daha dar çerçevede Türklerin vaziyetini iyileştirmekti. Okullaşma hamlesi, Türkçe yayınların sayısının katlanarak arttırılması, Türkçenin eğitim dili haline getirilmesi bu dönemde takip edilen belli başlı milliyetçi politikalardır.

Gayrimüslim azınlıkların okul problemi yoktu. Birbirleriyle yarış halinde olan batı kökenli Hıristiyan mezheplere bağlı olan misyonerler (Katolikler, Protestanlar ve Anglikanlar) imparatorluğun her tarafında yüzlerce okul açmışlardı. Evlatlarını kaybetmek istemeyen Osmanlı Hıristiyanları (Ortodokslar, Kıptiler, Süryaniler, Gregoryenler ve diğer gruplar) ve Yahudiler de bunlara cevap olarak kendi okullarını açtılar.  Rus Çarlığı ve Yunan Krallığı özellikle Ortodokslara destek verdi. Binlerce azınlık mensubu Rusya’da ve Yunanistan’da eğitim aldı.

İlk matbaayı 2. Bayezid sultanken yani 1400’lerin son çeyreğinde Yahudiler kurmuştu. 16. yüzyılda İstanbul, İzmir, Edirne ve Selanik gibi şehirlerde Musevilere ve bir nebze de olsa Hıristiyanlara hitap eden matbaalar vardı. Hıristiyan azınlıklara ait ilk matbaa, 1567 senesinde Edirnekapı’da Ermeniler tarafından açıldı. İlk matbaadan sonra memleketin her tarafında azınlıklara hitap eden onlarca matbaa kuruldu, binlerce yayın gerçekleştirildi. Misyoner gruplarında ilk faaliyetleri matbaa kurmak oluyordu.

İbrahim Müteferrika tarafından 1726 yılında kurulan ilk Türk matbaası on kadar kitap bastıktan sonra ilgisizlikten kapanmıştı. Türklerin hatta Müslüman ahalinin Kuran’ı Kerim dışında okumak gibi bir alışkanlıkları yoktu. 2. Mahmut’la başlayan dönemde, Müslümanların özellikle Türklerin yoğun olduğu yörelerde yüzlerce okul açıldı, Türkçe kitap, gazete ve dergi yayınları başlatılarak çığ gibi yayıldı. Yurtdışına yüksek eğitim amacıyla yüzlerce talebe gönderildi. Yurtdışından yüzlerce eğitmen getirildi. Bu faaliyetler sayesinde, bir nesil içinde toplumda okuma ve öğrenme kültürü oluştu. Genç nesiller dünyadaki fikir akımlarını tanıdılar, akıllarına yatan hangisiyse benimsediler. Milliyetçilik en çok taraftar bulan akımların başında geliyordu.

Medreselerde eğitim dili Arapçaydı. Modern okullar Türkçe eğitim verdiğinden, modern okulların açılması, Arapçanın zayıflatılarak Türkçenin güçlendirilmesi anlamına geliyordu. Bu faaliyetler, 2. Abdülhamit döneminde hem sistemleştirildi hem de seferberlik halini aldı. O dönemde hedeflenen ilk dalga imparatorluk vatandaşı Türkler, ikinci dalga imparatorluk vatandaşı Müslümanlar, üçüncü dalga dış Türkler, dördüncü dalga vatandaş olmayan Müslümanlardı. Aynı zamanda Hıristiyan ve Musevi azınlıklar içinde devlete sadık geniş kesimler oluşturmak amaçlanıyordu.

2. Abdülhamit, İstanbul’un Türkistanlı hacılar için toplanma merkezi olmasını, o coğrafya ile ilişkileri geliştirmek için kullandı. Türkistan’daki devlet görevlileri, şeyhler, tüccarlar, din adamları Osmanlıyla irtibatlı hale getirildi. Osmanlı-Rus ve Osmanlı-İran savaşlarının sonlanmış olması Türk memleketlerinden gelen hacı sayısının artmasına yol açtı. Hacılar, Rusya’nın hakimiyetini tesis ettiği toprakların her tarafına yayılmış olan demiryolları vasıtasıyla Hacıbey’e (Odesa), Hacıbey’den gemilerle İstanbul’a gelirlerdi. Padişah mevki sahibi ve kanaat önderi olan hacılarla bizzat görüşür, malumat alır moral verirdi. Dönüşe geçen hacılarla Türkistan’daki etkili kişilere mektuplar ve hediyeler gönderirdi.

Bu bağ vasıtasıyla beş yüz yıldır kopuk olan Doğu ve Kuzey Türklüğüyle Osmanlı Türklüğü arasındaki irtibat yeniden sağlanmış oldu. Bu irtibat, Gaspıralı İsmail, Zeki Velidi, Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp gibi Türkçülerin gayretleri sayesinde güçlendi ve Turan fikriyatını doğurdu. Bütün Türkler Osmanlıyı kendi devletleri olarak görmeye başladılar.

Osmanlı, uzun asırlardan sonra, 2. Abdülhamit sultanken, zaferle sonuçlanan Yunan Savaşı haricinde, otuz yıl (1878- 1908) savaşsız yaşayarak toparlanma imkânı buldu. Bu dönemde uygulanan politikalar sayesinde milliyetçiliğin doğmasına ve gelişmesine müsait bir ortam meydana geldi. Osmanlının son yıllarda yitirdiği topraklardan, önce Kırımdan sonra Balkanlardan ve Kafkasya’dan yüzyılı aşkın süre sürekli göç alması, milli bilinci arttırdı. Göçler, 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla, yani Kırım’ın kaybedilmesiyle başladı. Sadece, 93 Harbi de denilen 1877-1878 savaşından sonra, bir milyondan fazla göçmen her şeyini kaybetmiş halde Osmanlı topraklarına sığındı. Bu göçler ve toprak kayıpları, Türklük bilincini güçlendirdi.