Devleti milletle bütünleştiren,tamamını kuşatan bir yapıya sahip olmasıdır. Bir devlet ne kadar kapsayıcı olursa o kadar güçlü olur. Bunun yolu da vatandaşları arasında ayırım yapmamak, eşit muamelede bulunmaktır. Bugün böyle bir devlet yapılanmasının varlığından söz etmek çok güç.
Yargıdan şikayetler ayyuka çıkmış durumda. Son düzenleme ile yargı tamamen siyasi iradenin emrine verildi. HSYK üyelerinin tamamı aynı siyasi irade tarafından seçiliyor.Hoşa gitmeyen kararlar veren hakimler ya sürgüne gönderiliyor,ya kapı önüne bırakılıyor. FETÖ suçlaması Demoklesin kılıcı gibi herkesin başının üstünde sallandırılıyor. Yargılamalarda gittikçe Hukuki kriterlerin yerini siyasi kriterler alıyor.
İşe alımlarda nasıl bir partizanlığın uygulandığını ise söylemeye gerek yok. İktidar partisinden referansınız yoksa mülakatla yapılan alımlarda hiç bir şansınız yok. Sadece partizanların iş sahibi olma hakları var.Farklı düşünen,farklı siyasi tercihlere sahip olanların neredeyse hiç bir şansı yok. Halbuki, toplumu bütünleştiren araçlardan biri siyasi ve ekonomik katılımdır. Yönetimde söz sahibi olmak,diğer insanlarla eşit muamele görmek,eşit fırsatlara sahip olmak insanları devletin bir parçası haline getirir. Tam aksine ayrımcılık arttıkça şikayetler artar,hoşnutsuzluklar devletle toplum arasındaki bağları zayıflatır.
Bugün dinin siyasallaştırıldığını artık yandaş yazarlar da itiraf ediyor. Ahlak davasını kaybettik diye özeleştiri yapan,mevcut durumdan rahatsız olduğunu ifade eden bir çok yazar var.Dinin siyasetin basamağı haline getirilmesi bir taraftan onun mesajını sınırlarken, diğer taraftan dinle onu kullananları ayırt edemeyen kesimlerde dine karşı bir tepkiye neden oluyor. Yapılan kamuoyu araştırmalarında söylem düzeyinde dindarlık artarken ahlak düzeyinde dindarlık zayıflıyor. Daha kötüsü dinin kapsayıcılığını kaybederek bir parti dini haline gelmesidir. Her eleştiride İslam'ın arkasına saklanmak, siyasi rekabeti din üzerinden yürütmek dinin partileşmesi sonucunu doğurur. Bu da bir dine hizmet olarak dönmez o dine kötülük olarak sonuçlanır.
Son yıllarda Batı'da yükselen İslamafobi'den sık sık şikayet ediliyor. Bilinçaltı İslam düşmanlığına müsait olan toplumlarda İslam düşmanlığının uç vermesi gayet normaldir. Üstelik bu akla mantığa sığmayan terör eylemleri ile de besleniyorsa neredeyse kaçınılmazdır. Ama asıl İslamafobi başka başka adlar altında İslam dünyasında yükseliyor. Uzağa gitmeye gerek yok,düne kadar İslam'ı,İslamcıları köke dönüşün teminatı olarak gören kitlelerin çoğu bugün siyasal İslamcıların temsil ettiği İslam'ı bir tehdit unsuru olarak görüyor.İslam'dan,İslamcılardan korkan,bu din anlayışını tehdit olarak gören geniş bir kesim var. İktidarda kalmak için her şeyin mübah görülmesi, baskıcı siyaset anlayışı,devletin toplumun bir kısmına kapıları kapatması,bunun faili olan iktidarın zihniyetine karşı da bir tepki olarak dönüyor.Bürokraside önemli görevler ifa ettikten sonra iş adamlığına soyunan bir arkadaşım; geçen gün çok önemli bir şirketin sahibinin yanına gelerek tam 4 saat; Demokrasiyi,adaleti,Laikliği savunun diye adeta yalvararak şunları söylediğini anlattı: Ben 40 yıldır siyasal İslamcılarla beraberim. Yıllarca adaleti,doğruluğu savunduk. Bugün bakıyorum geldiğimiz nokta savunduklarımızın tam tersi. Bu zihniyetle bu ülke felakete sürüklenir. Nolur,demokrasiden,adaletten,laiklikten vaz geçmeyin." Arkadaşımın yeni bir siyasi oluşumun içinde olduğunu,şirket sahibinin kendisine gelmesinin nedeninin bu olduğunu anlatmama gerek yok.
Parti yargısı,parti devleti,parti dini mantığı bugün hem devleti, hem Yüce İslam dinini tahrip ediyor.Toplum, önüne İslam diye konulan siyasallaşmış dinden korkuyor. Tepkilerini sadece siyaset kurumuna yöneltmiyor,bizzat dinin kendisine de cephe alıyor. Gerçek dinin siyasetin kullanımında olan din olmadığını ayırt edemiyor.Bunun böyle devam etmesi halinde sadece devlet tahrip olmakla kalmayacak,yüce İslam dini de muhterislerin elinde büyük yara alacaktır.