Milletler inşa mıdır, yoksa kadimden beri mi vardır, tartışmalarına girmeyeceğim. Zira milliyetçilikle ilgili teorik tartışmaların çoğu bu soru etrafında cereyan eder. Nitekim bu konu ile alakalı yüzlerce kitap yazılmış;
A.D.Smith, Billig, Gelner,Ericsen,Gat, Hobsbawm ve Anderson gibi daha birçok yazar önemli eserler vermişlerdir.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: İnşa yoluyla milletleşenlerin yanında, kadimden beri örtülü veya açık bir şekilde milli bilince sahip topluluklar da vardır.
O şuura sahip olanlar için bile zaman zaman inşacı bir tutum izlemek gerekebilir. Milletler, milli bilinçlerini tazelenen bazı süreçlerle korurlar. Milli bayramlar, semboller, tarihi hatıralar, anma günleri, savaşlar, zaferler, eğitim gibi. Kendine ait ayırıcı yanları olmayan ve onları muhafaza etme iradesine sahip olmayan toplumlar kaybolup giderler.
İnşa, toplumsal bir mühendislik faaliyetidir. Amaçsız kalabalıklardan ortak değer ve idealleri olan bir millet oluşturur. Bunun en etkili yollarından biri milli eğitimdir. Okul sadece bilgiye ulaşmanın yollarını göstermez, millet olmanın eğitimini de verir. Müsamereler, bayrak merasimleri, andlar, milli bayramlarda yapılan kutlamalar, anma toplantıları milli bir şuur yaratmanın eğitim cephesindeki yollarıdır.
Onun için milli devlet, eğitim tekelini elinde bulundurduğu için milli devlettir denilir. O tekeli kaybettiği gün milli varlığını da kaybeder. Çünkü her eğitim sistemi ayrı bir insan ve toplum tipi yaratır. Ortada tek millet diye bir şey kalmaz, ortaya milletçikler daha doğrusu kabileler çıkar. O nedenle müfredatın denetlenmesi milletleşme yolculuğundan sapmayı önleyen en önemli mekanizmalardan biridir.
Askerlik de başka bir inşa aracıdır. Askere giden genç, adeta tarihin içinde, zafer kazanmış orduların arasında yürür. Zaman mefhumu ortadan kalkar, dün bugün olur, o asker duygularıyla kah Mohaç’ta, kah Malazgirt’te dolaşır. Ulubatlılarla, Malkoçoğlu Mihallerle silah arkadaşı olur. Milletinin büyüklüğünün idrakine vardıkça ona duyduğu bağlılık büyür. Onun için millet inşacılarının ilk yaptıkları iş tarihi yeniden yorumlamaktır. Nasıl bir gelecek istiyorsanız tarih ona göre yorumlanır.
Başka inşa araçları da vardır. Yazının konusu, tüm inşa araçlarının toplum üzerindeki tesirlerini ifade etmek değil.
Asıl amaç, uzun süreli terörün de bir inşa aracı olduğunu göstermektir. Bir ülkede etnik terör başladığında, önce bir şalkınlık yaşanır, sonra herkes bunlar kim ve ne istiyorlar sorusunu sorar. Bu sorunun cevabı bazılarını teröristlerle duygusal bağ kurmaya iter. Ben de aynı soy kökündenim, demek ki biz farklıyız ve onlar bizim için savaşıyorlar diyerek bir özdeşleşme başlar. Her ölüm, her eylem birilerinin uyanmasına, taraf olmasına yol açar. İşte bu da, uzun süreli terör yoluyla bir topluluğu ortak idealler etrafında birleştirmeye, milletleştirmeye yarar. Bu milletleşmeye giden en kestirme yollardan biridir. Bugün etnik bölücülerin her vesile ile kimlik ve statü taleplerinin arkasında bu gerçek yatıyor. Onunla pazarlığa girişmek, çözüm süreçleri başlatmak, ondaki etnik özgüveni besler, milli oluşu daha da kamçılar.
PKK, terör yoluyla aslında aynı iman ve kültür değerlerine bağlı iki toplumu kısmen ayrıştırdı. Bir farklılık bilinci oluşturarak terörden bir kimlik ve millet davası çıkardı. Bu görüşmeler, davetler, tehditler aslında bir yakınlaşma, bütünleşme oluşturmuyor, tam tersine o farklılık ve ayrışmayı besleyerek ayrı bir millet inşasına malzeme oluyor. Çok değil 30 yıl öncesine kadar dağda ölen çocuğunun cenazesini almaktan kaçınanların, yıllar sonra çocukları için büyük taziye çadırları kurup birer kahraman olarak görmeleri milletleşme yolunda alınan mesafenin göstergesidir. Sorun ,terör sorunu iken böyle böyle bir Kürtlük bilinci yaratılarak toplumun bir kısmına Kürt sorununa olarak kabul ettirildi.