Siyaset kökeni itibariyle Arapça bir kelime olup, “Seyislik, at idare etmek, ülke yönetimi.” gibi anlamlara gelen bir kavramdır. Siyasetin Batı dilindeki karşılığı ise politikadır. Politika, kökeni itibariyle eski Yunan’a dayanır ve "Şehir veya devlet yönetme sanatı.” demektir.
Türk Dil Korumu ise politika kelimesini şu şekilde açıklamaktadır:
“Devletin etkinliklerini amaç, yöntem ve içerik olarak düzenleme ve gerçekleştirme esaslarının bütünü, Davranış biçimi, düşünce yapısı, siyaset.”
TDK’nin açıklamanın devamında bir tarifi daha var ki günümüzdeki politikayı ve politikacıları anlatma bakımından çok manidardır:
“Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma vb. yollarla işini yürütme.”
İslâm düşünürleri ise siyaseti, “Sosyal hayatın idamesi için vazgeçilmez ve yararlı bir uğraş.” olarak tarif etmişlerdir. İslam âlimleri arasında genel ortak tavır, “Siyaset, yaşayabilmek için zorunlu işler arasında yer alan şerefli bir meslektir; toplumun sevgi, saygı, yardımlaşma ve beraberliğini sağlama aracıdır. İnsanlığı ıslah ile dünya ve ahrette selamete ulaştıracak doğru yolu gösteren bir faaliyet.” olarak algılanmıştır.
Parlamenter sistemlerle yönetilen ülkelerde Siyaset, “Kanun yapan” (YASAMA), “Onu uygulayan” (YÜRÜTME) ve “Anlaşmazlıkları çözümleyen” (YARGI) kurumların işleyişi ve organizasyonu biçiminde formüle edilmektedir.
Montesquieu gibi düşünürler devletin farklı organlarınca yürütülmesi halinde, özgürlüklerin, insan haklarının ve adaletin daha iyi tesis edileceği ve korunacağını savunmuştur.
Siyasi partilerin ortaya çıkış sebeplerinin başında, “İktidarları elinde tutan kral veya değişik güç odaklarının tartışılmaz otoritelerini sınırlandırmak.” gelmiştir.
19. yüzyıldan bu yana kurulan siyasi partiler, en genel biçimiyle “Siyasal iktidarı ele geçirmek, ya da iktidara ortak olmak amacıyla ülke düzeyinde örgütlenen, devamlı bir örgüt yapısına sahip olan ve çeşitli şekillerde halkın desteğini kazanmaya çalışan sosyo-politik bir örgüt.” olarak karşımıza çıkmışlardır.
Belli bir ideolojiyi, doktrini veya fikri iktidara getirmek amacıyla kurulan siyasal partilerin kendilerine has değişik teorileri bulunmaktadır.
Yukarıdan beri özetlediğimiz çerçevede ülkemizde de Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana çok değişik siyasi partiler kurulmuş, bazıları devam ederken bazıları da kapanmak zorunda kalmıştır.
Cumhuriyet’in kuruluşundan 1946 yılına kadar otoriter tek partili sistemle (CHP iktidarı) yönetilen ülkemizde bu tarihten sonra çok partili siyasal sisteme geçilmiştir.
Bugün “Siyaset etmenin aracı” olarak kurulan “Siyasal Partiler” karşımıza değişik şekillerde çıkmaktadır.
Siyasi partilere kafa yoran düşünürlere göre partiler, “Lider merkezli partiler, Kadro merkezli partiler, Kitle partileri, İdeolojik partiler, Çıkar merkezli partiler, Bölünerek kurulan partiler.” vb. olmak üzere değişik tipolojiler oluşturmaktadırlar.
Türkiye'deki siyasal hayata bakıldığında partilerin genellikle ya belli karizmatik liderler etrafında, ya parlamentoda bulunan büyük partilerin birtakım sebeplerle bölünmeleriyle politik alana çıktıkları ya da belli menfaatler etrafında toplanan insanların kurduğu birliktelikler şeklinde görülmektedir.
Ülkemizde, iç ve bir takım dış etkenlerin tesiri altında başlayan çok partili sistem, 1960, 1972, 1980, 1997, 2007 ve 2016 tarihlerinde meydana gelen darbe veya darbe teşebbüsleri sebebiyle ya kesintiye uğramış ya da büyük yaralar almıştır.
Şu anda gelinen noktada parlamenter sistem yerine Başkanlık sistemine geçilmiş ancak henüz bu sistem rayına oturmamıştır.
Parlamenter sistemde farklı konumu olan siyasi partilerin yeni başkanlık sisteminde farklı bir mecraya sürüklendikleri de ayrı bir gerçektir.
Geçmiş dönemlerde seçimler sonrası genellikle koalisyon hükümetleri kurulurken şimdilerde siyasi partiler arasında seçimler öncesi ittifaklar ön palana çıkmıştır. Bugün “Cumhur” ve “Millet” ittifakları bu süreçte doğal olarak kendine yer bulmuş birlikteliklerdir.
Yukarıdan beri genel olarak ortaya konulan düşünceler ışığında bugün ülkemizdeki siyasi partilerin hangi tür bir tipolojiye sahip olduğunu ve onlara benim bakış açımı ortaya koymak istiyorum.
Her ne kadar 1923’ten 1946 yılına kadar süren mutlak otoriteden ve tek parti yönetiminden kurtulup çok partili siyasal hayata geçildiği iddia edilse de maalesef ülkemizdeki partilerin kahır ekseriyeti lider ne derse o olurun müşahhaslaşmış şekli olan “Lider merkezli” partilerden oluşmuştur.
Böyle partilerin ilki Menderes’in kurduğu “Demokrat Parti” olmuştur. Her ne kadar adı “Demokrat” olsa da Menderes bir darbe ile makamından indirilene kadar “Tek adam” olmuştur. Millet İnönü dönemi ceberutluktan bıktığı için yine CHP içinden kopan Menderes’e kurtarıcı olarak sarılmıştır.
Menderes’in bir darbe ile gitmesinin ardından Demirel sahneye çıkmış ve Adalet Partisi’nde ölene kadar liderlik yapmıştır. Demirel de tıpkı İnönü gibi “Tek adamdır” ve ölene kadar rakiplerini acımasız politik ayak oyunları ile alt etmiştir.
1980 yılına kadar olan süreçte irili ufaklı şahıslar liderliğindeki partilerin dışında önemli bir figürde bir ideoloji etrafından kurulan MHP’dir. MHP’de Türkeş’in “karizması” etrafında kurulan bir partidir ve kurulduğu günden bugüne kadar “Devletin” en önemli destekçisi ve ayakta tutan ana direklerinden biri olmuştur. Türkeş MHP’de bir genel başkan değil, bir Başbuğ’dur, tek liderdir. “Lider, teşkilat, doktrin” asla eleştirilemez. Kimse liderin, teşkilatın ve doktrin fikrinin üzerine fikir ilave edemez. Karış çıkanlar “Hain ve davaya ihanet etmiş.” Kişilerdir. (!!!) Muhsin Yazıcıoğlu da 1992’de karşı çıktığı için “Hain”(!!!) ilan edilmiştir. Bu sebeple “Lider merkezli” bir parti olan MHP’nin kurucusu Türkeş’in liderliği de ölene kadar devam etmiştir.
1980 darbesi sonrası kurulan üç partinin ikisi suni partiler olduğu için kısa zamanda kaybolmuş ama Özal liderliğinde kurulan ANAP yıllarca ülkenin yönetiminde söz sahibi olmuştur. ANAP’ta her ne kadar Özal’ın, “Dört eğilimi bir araya getirerek kitle partisi kurdum.” diye açıklasa da Özal’ın karizmatik liderliği etrafında kurulmuş menfaat merkezlerinin bir araya getirildiği bir partidir. Özal’ın liderlikten çekilmesiyle ANAP’ta tarihin çöplüğündeki yerini almıştır.
12 Eylül sonrası kurulan partilerin bazıları CHP’nin gölgesi olmuş ve sonradan yasaklar kalkınca yeniden 1946 öncesi anlayışıyla yüzüne “Atatürk ve Kemalizm” maskesi geçiren CHP siyasal partileri içindeki yerini almıştır. Deniz Baykal ile devam eden CHP, zamanla FETÖ’nün bir kaset operasyonuyla genel başkanını değiştirmiş ve o günden beri de Kılıçdaroğlu yönetiminde, “Ne olduğu, hangi fikri savunduğu” pek de belli olmayan, Kemalistlerden, ulusalcılara, LGBT’lilerden oluşan ve PKK’nın ideallerine hizmet eden bir siyaset aracı haline gelmiştir. Bugün gelinen noktada da Öztürk Yılmaz ve Muharrem İnce gibi CHP’liler partilerinden koparak partileşme yoluna gitmişlerdir.
1990’lı yıllarda CHP’den ayrılarak ayrı bir parti kuran CHP’nin eski genel başkanı Ecevit’te kurduğu DSP ile “Lider partisi” olmuş ve onun ölümü ile birlikte tesirini kaybetmiştir.
1973 yılından beri siyasi partiler içinde önemli bir yere sahip olan Milli Selamet Partisi de Erbakan liderliğinde kurulmuş ve ölene kadar da Erbakan liderlikten ayrılmamıştır. Bu süreçte 4 kez partisi Anayasa Mahkemesi ve darbeciler tarafından kapatılan Erbakan, daha ölmeden tıpkı Türkeş gibi kendi yetiştirdiği talebelerin “İhanetine”(!!!) uğramıştır.
2002 yılında, “Milli görüş gömleğini çıkardık ve gömlek değiştirdik.” diyerek Erbakan’dan ayrılanların kurduğu Ak Parti de her ne kadar “Kitle partisi” görüntüsü verse de “Lider merkezli” parti olmaktan kurtulamamış ve gelinen noktada Erdoğan’ın “Tek adamlığı” etrafında devam etmektedir.
Kitle partilerinde parti disiplini kuvvetli, dayanışma güçlü ve genellikle bir siyasal ideolojinin etkisi hakimdir. “Muhafazakâr Demokrasi” çizgisinde ve kitle partileri ilkeleri etrafında kurulduğunu iddia eden Ak Parti’nin 19 yıllık iktidar sürecinde çok ciddi değişimlere sahne olduğu da çok açıktır. Erdoğan “Tek adamdır” ve yola beraberinde çıktığı birçok arkadaşı (Abdullah Gül, Abdullatif Şener, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç vs.vs) bugün Erdoğan’ın yanında değildir. Erdoğan’ı terk ettikleri için, “Hain ve Davaya ihanet etmiş kişiler”(!!!) konumundadır. Ak Parti’den kopan bu “Hain ve ihanet etmiş kişilerden” (!!!) olan Babacan ve Davutoğlu ise Erdoğan’a cephe alan birer parti kurmuşlardır.
Ak Parti’yi kuranların “Siyasal İslam” gibi önemli bir iddiaları vardı. İktidara gelip tepeden inme toplumu İslamlaştırmayı hedeflemişlerdi. Ancak devlet erkini ele geçiren bu iddia sahipleri, “Tepeden tırnağa kadar” devlet nimetlerine çökmüş, iddialarını unutarak adeta “Emevileşmiş”lerdir.
Erbakan’ın vefatından sonra bir müddet Saadet’te genel başkanlık yapan Numan Kurtulmuş da Saadet’in çizgiden kaydığını iddia ederek ayrılmış ve “HAS Parti” ismiyle bir “Çok fikirli siyasi birliktelik” kurmayı denemiştir. O dönemde iktidarı, “Karunlaşmayacağız, Firavunlaşmayacağız.” diye eleştiren HAS Parti lideri Kurtulmuş, belli bir müddet sonra Karunlaştığını ve Firavunlaştığını iddia ettiği Ak parti saflarına katılmakta bir beis görmemiştir.
Babacan ve Davutoğlu’nun kurduğu partiler ise, “Tepki” odaklıdır. “Anadan doğma değil, tepkiden olma” bir suni liderlik etrafında örgütlenmiş “Lider merkezli particikler” olarak siyasi arenada yerlerini almışlardır. Particik dememe kızmasınlar, ama yapılan araştırmalar ve yapılan anketlerde alacakları oy oranı maalesef % 1’leri geçmemektedir.
1992 yılında Başbuğu Türkeş’e karşı çıkarak parti kuran rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun BBP’si de “Lider merkezli” bir partidir. Her ne kadar Yazıcıoğlu Türkeş’ten ayrılırken etrafındaki arkadaşları, “Lider putunu yıkacağız.” diye slogan üretmelerine rağmen Yazıcıoğlu’da vefat edene kadar, “BBP’de tek adam” olmaktan öteye gidememiştir. Yapılan kongrelerde karşısına bir aday bile çıkarılmamıştır. Onun vefatından sonra yerine gelenler “Ruhuna Fatiha okunmuş” bir partiyi değişik “Politik oyunlarla” ayakta tutmaya çalışsalar da içinden büyük çatırtılar artık her taraftan duyulur olmuştur.
Çatırdayan bir Parti de Erbakan’ın parti Saadet’ten gelmektedir. Birbiri ardına birçok genel başkan değiştiren Saadet, önce FETÖ iklimlerinde, sonra CHP gölgesinde yol aldıktan sonra nihayetinde Erbakan’ın oğlu tarafından bölünmüş ve yeni bir “Lider merkezli particik” daha siyasi arenada yerini almıştır. Yüzüne “İslam maskesi” geçiren Saadet ise, kendisini 4 kez kapattıran zihniyetin devamı olan CHP platolarında gezinmeye devam etmektedir.
Baştan beri kendi bakış açımdan izah etmeye çalıştığım partiler içinde dikkat edilirse tümü “Lider merkezlidir” ve maalesef içlerinde kadro merkezi bir parti bulunmamaktadır. Bu sebeple liderin gitmesi ile mevcut partiler çizgilerini koruyamamakta ya dağılmakta ya da bölünerek farklı partileri doğurmaktadır.
Mevcut politik arenadaki gidip gelmelere ve dalgalanmalara baktığımızda aklımıza ister istemez rahmetli Osman Yüksel’in vekil seçilip TBMM’ye girerken söylediği söz aklımıza gelmektedir. Bu sözün ne olduğunu tekrarlamak istemiyorum. Merak edenler araştırıp öğrenebilir.
Tarih boyunca büyük badireler atlatmış, büyük acılar çekmiş bir millet olarak tek istediğimiz şudur:
“Adaletin hâkim olduğu, yolsuzlukların, hırsızlıkların, zinanın, kumarın, içkinin, cinayetlerin olmadığı, zalimin zalimliğiyle mazlumun mazlumluğu ile bu dünyadan göçüp gitmediği, karnı ve ruhu tok olmaktır.”
Çok şey mi istiyoruz yoksa?