Hafta yok ki, taş medreselilerimizden birisi yaratanına kavuşmasın.
12 Eylül 1980’i, 18-35 yaşlarında karşılayanların en genci bugün ellisini aşmış durumda. Üstüne üstlük, işkenceler, taş duvarlar, ıslak zeminler, hücreler-kafesler genç bedenlere ömür törpüsü oldu, kalıcı hasarlar bıraktı, yuvalar yıktı, madden-manen çöküntülere yol açtı.
İşte bizim Ocaklılardan biri daha göçtü sessiz ve sedasız…
Kabristanda da Ocaklılar vardı, İl Başkanı vardı, eski İl Başkanları vardı, yönetenler vardı, yönetimden ayrılanlar vardı, gönüldaşlar vardı. Referandum girdabında Evet-Hayır diliminde farklı konumlarda bulunanların hemen çoğu kabristandaydı. Birdiler, birlikteydiler, aynı acıyı yaşadılar, aynı moda girdiler, ta ki oradan ayrılana kadar…
Buradaki derin manayı, Bozkurt işaretini günün anlam ve önemine binaen öğrenmeye çalışıp konjonktürel olarak yapmaya çalışanlar anlayamaz…
Buradaki muhtaciyeti ülküdaşına saldıranlar, karalayanlar, yaralayanlar da anlayamaz…
3 Mart günü Bursa’da ebedi aleme yolcu ettiğimiz İlhan Akgün de taş medreselilerimizdendi. Defin sonrası imam kardeşimiz Lütfi Taşçı öyle muhteşem bir dua ve öyle veciz bir konuşma yaptı ki, yüreğiyle dinleyenlerin kanı dondu, kanımız dondu. Mümkün olsa da o konuşma bütün camiaya dinletilebilse. Eminim millet olarak ihtiyacımız olan hoşgörü ve sevgi-saygı dünyasına çok büyük katkılar yapacaktır.
Taş Medreseli İlhan’la birebir hukukum olmadı. Ancak onun hakkında bildiklerim, duyduklarım ve keşke görmeseydim dediğim bir fotoğrafı ve ebedi döşeğine yatırılırken kokladığım manevi hava bana onunla ülkü yolunun tamamını birlikte yürüdüğümü hissettirdi. Ruhu şad, makamı cennet olsun gönül kardeşimizin.
Yazık dedim, acı duydum. Ve nedendir bilmem o anda Nasreddin Hoca’nın meşhur fıkrası geldi aklıma. Hani adamın biri Hoca’ya, “sizin eve bir tepsi baklava gidiyor” demiş Hoca’da cevaben “bana ne” demiş. Adam tekraren, “hocam baklavalar sizin eve gidiyordu” deyince bu sefer Hoca, “o zaman sana ne” demiş…
Değerli dostlar, arkadaşlar, kardeşler gerçekten yazık, gerçekten acı. Değmez, ne darılmaya ne de alınmaya ve hele ne de kavga etmeye değmez.
Bakın garındaşımız, gazimiz, bir dava uğruna bedeninin bir kısmını feda etmesine rağmen öf demeyen Cengiz Yeğin ne diyor.
“…Kırk yıllık dostlukları çekinmeden bitiriyoruz.
Oysa beraber mücadele vermiştik. Beraber yatmıştık, kaçmıştık...
Bir dilim ekmeği bölüşmüştük...
Bu sözlü saldırıların fiili saldırılara dönüşeceğini görmek için allame olmaya gerek yoktu.
Bekliyorduk ve geldi.
Sonra ne olur?
Ne olacağı aşikar.
Çünkü artık "tuz koktu, su çürüdü"…”
Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun tuz kokmasın diye çabalayanlara, çürümüş suda abdest alınmayacağına inananlara ve asıl muhtaciyetimiz hoşgörüdür diyenlere…